Gökten Gelen Işıktan, Yeryüzündeki ve Yeraltındaki Işıklara Selam Olsun..

30 Mayıs 2014 Cuma

Günün Sözü - 30 Mayıs 2014




Açılmamış Kanatların Büyüklüğü Bilinmez.
Andre Gide

Yaşamdan Ne Öğrendim - Can Dündar






"Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim."

Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki…
“Hayattan ne öğrendiniz?”
Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım.
Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum:

* * *

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…
Ağladım.

* * *

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

* * *

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…

* * *

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

* * *

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

* * *

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

* * *

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

* * *

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini…
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

* * *

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…

* * *

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…

* * *

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

* * *

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

* * *

Namusun önemini öğrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

* * *

Gerçeği öğrendim bir gün…
Ve gerçeğin acı olduğunu…
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

* * *

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Can Dündar
http://www.candundar.com.tr/_v3/#!/arama/Hayattan_ne_öğrendim?/#Did=6684

29 Mayıs 2014 Perşembe

28 Mayıs 2014 Çarşamba

27 Mayıs 2014 Salı

Günün Sözü - 27 Mayıs 2014


Ey kör bu yer bu gök bu yıldızlar boştur boş.
Bırak onu bunuda gönlünü hoş tut hoş.
Durmadan kurulup dağılan bu evrende.
Bir nefestir alacağın oda boştur. 
Ömer Hayyam

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Günün Sözü - 26 Mayıs 2014


Yüzde ısrar etme, doksan da olur. İnsan dediğinde, noksan da olur... Sakın büyüklenme, elde neler var. Bir ben varım deme, yoksan da olur. Mevlana

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Empatik Hastalıklar



Empatik hastalıklar kendinizin olmayan semptomları tezahür ettirdiğiniz hastalıklardır. Birçok hasta ilaçlara veya psikoterapiye kısmen yanıt veren panik atak, kronik depresyon, yorgunluk, ağrı veya gizemli hastalıklar ile etiketlenmiş olarak bana geldi. Bazıları neredeyse eve hapsolmuş veya yıllardır hastaydı. Hepsi de, “Kalabalıklarda bulunmaktan ödüm kopuyor. Başka insanların öfkesi, stres ve ağrısı beni güçsüzleştiriyor ve enerjimi toplamam için çok fazla zamana gereksinimim oluyor.” diyorlar.

Tüm bu hastaların yakın geçmişlerine baktığım zaman, onların “fiziksel empatlar” dediğim şey olduklarını gördüm: bu insanların bedenleri o kadar geçirgen ki, başkalarının semptomlarını emiyorlar. Ben de bunlardan biriyim. Fiziksel empatlar başkalarının şeyleri filtrelemek için sahip oldukları savunmalara sahip değiller. Bir psikiyatrist olarak bunu bilmek bu hastalara nasıl muamele ettiğimi değiştirdi. İşim onlara nasıl merkezleneceklerini, kendilerini koruyacaklarını, sağlıklı sınırlar çizeceklerini ve başkalarından topladıkları enerjileri salıvereceklerini öğretmek oldu.

Fiziksel empat olup olmadığınızı belirlemek için aşağıdaki testi yapın.

Test: Fiziksel Bir Empat mıyım?

Kendinize sorun:

* Aşırı hassas veya hastalık hastası olarak etiketlenmekte miyim?

* İyi görünen birinin yanına oturduğumda aniden göz kapaklarım ağırlaşıp şekerleme yapıyor gibi hissettim mi?

* Kalabalıklarda huzursuz, yorgun veya hasta hissedip onlardan kaçıyor muyum?

* Başka birilerinin endişesini veya fiziksel ağrısını bedenimde hissediyor muyum?

* Öfkeli veya saldırgan insanların yanında tükenmiş hissediyor muyum?

* Tıbbi tahliller için doktordan doktora koşuyor, ama “İyisin” yanıtı alıyor muyum?

* Kronik yorgunluğum var mı ya da bir çok açıklanamayan semptomlarım var mı?

* Sık sık dünya tarafından bunalmış hissedip evde kalmayı istiyor muyum?

Eğer 1 – 3 soruya “evet” yanıtı verdiyseniz, en azından kısmen empatsınız. 4 – 5 soruya “evet” dediyseniz, bu ılımlı derecede fiziksel empat olduğunuzu gösterir. 6 – 7 “evet” yüksek derecede empat olduğunuzu belirtir. 8 evet tamamen empat olduğunuzu belirtir.

Fiziksel empat olduğunuzu keşfetmek bir ifşa olabilir. İçiniz rahat olsun: deli değilsiniz. Yalandan hasta ya da hastalık hastası değilsiniz. Bu şeyleri hayal etmiyorsunuz, yine de doktorunuz size baş belası gibi davranıyor olabilir. Siz geliştirmeniz ve başarılı şekilde yönetmeniz gereken bir armağana sahip hassas bir insansınız.

Toksik Enerjiyi Bırakmak İçin Stratejiler

Fiziksel empatinin sizi bunaltması gerekmez. Şimdi kendimi merkezleyebildiğim ve başkalarının ağrılarını almaktan kaçındığım için, empati hayatımı daha şefkatli, içgörülü ve daha zengin hale getirdi. Başarılı bir fiziksel empat olarak gelişmenin bazı sırları aşağıda.

Empatlar İçin Hayatta Kalma Rehberi: Başka İnsanların Hastalığını ve Ağrısını Çekmeyi Durdurmanın 9 Stratejisi

1. Değerlendirin. Önce, kendinize sorun: Bu semptom veya duygu benim mi yoksa başkasının mı? ☺ Her ikisi de olabilir. Eğer öfke veya korku gibi duygular sizin ise, kendi kendinize veya profesyonel yardım alarak buna neyin neden olduğu ile yüzleşin. Eğer size ait değilse, onu üreten kişiyi belirlemeye çalışın.

2. Uzaklaşın. Mümkün olduğunda, şüpheli kaynaktan en azından 6 metre uzağa gidin. Rahatlayıp rahatlamadığınıza bakın. Yabancıları gücendireceğinizi düşünmeyin. Halka açık bir yerde “rahatsızlık” duygusunun size empoze edildiğini hissederseniz, oturduğunuz yeri değiştirmekte tereddüt etmeyin.

3. Hassas, incinebilir noktalarınızı bilin. Her birimiz başkalarının stresini çekmeye daha hassas olan beden kısımlarına sahibiz. Benimki bağırsağım. Kendinizinkini belirlemek için bedeninizi tarayın. Boynunuz mu? Boğaz ağrınız var mı? Baş ağrıları? Mesane enfeksiyonu? Semptomlar başladığında, avucunuzu oraya koyun ve rahatlatmak için o bölgeye sevgi dolu nezaket göndermeye devam edin. uzun süreli depresyon veya ağrıda, kendinizi kuvvetlendirmek için bu yöntemi her gün kullanın. Bu rahatlatıcıdır ve güvenlik ve iyimserlik duygusu oluşturur.

4. Nefesinize Teslim Olun. Eğer başka birilerinin semptomlarını topladığınızdan şüpheleniyorsanız, bir kaç dakika nefesinize yoğunlaşın. Bu merkezleyicidir ve sizi gücünüze bağlar.

5. Meditasyon Yapın. Duygusal veya fiziksel stres ile başa çıkmak için bir kaç dakika meditasyon yapın. Bunu evde, işyerinde, partilerde ya da konferanslarda yapın. Veya, banyoya sığının. Orada meditasyon yapın. Pozitifliğe ve sevgiye odaklanın.

6. Sağlıklı sınırlar koyun. Stresli insanları dinlemek için ne kadar zaman ayıracağınızı kontrol edin ve “hayır” demeyi öğrenin. Hatırlayın, “hayır” tam bir cümledir.

7. Etrafınızda koruma olduğunu gözünüzde canlandırın. Tüm bedeninizin etrafında beyaz ışık örtüsü olduğunu gözünüzde canlandırın. Veya son derece toksik insanlarla, davetsiz misafirlere karşı enerji alanınızı koruyan ve kontrol eden vahşi siyah bir jaguar hayal edin.

8. Röntgen vizyonu geliştirin. Belinizdeki omurların arasındaki boşluklar bedenden ağrıyı elimine etmeye olanak sağlar. Ağrının bedeninizi terk ettiğini gözünüzde canlandırarak bu boşluklardan ağrıyı dışarı yönlendirmeyi öğrenmek faydalıdır. Ağrı hayatın devasa enerji matriksi ile harmanlanırken ona elveda deyin.

9. Banyo yapın veya duş alın. Stresi çözmenin hızlı bir yolu kendinizi suya bırakmaktır. Banyo yapmak otobüs egzoslarından başkalarından alınan şeylere kadar her şeyi yıkayıp uzaklaştırır. Doğal mineral sulara girmek her şeyi arıtır.

Bu stratejileri uygulamaya devam edin. Kendinizi ve alanınızı koruyarak etrafınızda sizi destekleyen sihirli güvenli bir baloncuk yaratabilirsiniz, aynı zamanda olumsuz insanları kendinizden uzaklaştırırsınız. Ara sıra ağrıları veya bazı diğer semptomları toplarsanız panik yapmayın. Bu olur. Bu stratejiler ile stresli durumlara hızlı yanıtlar verebilirsiniz. Bu sizi daha güvenli, sağlıklı yapar.

Dr.Judith Orloff





Jeopatik Stres


JEOPATİK STRES
Toprağın kendinden kaynaklanan enerjilerin de karsinojenik etkisi olabiliyor. Muhtemelen jeolojik kırılmalarla ve yeraltındaki su damarlarıyla ilgili olarak yeryüzünden çıkan manyetik radyasyonlar, eğer evlerin altında yer alıyorsa, o evde oturanların sağlıklarında ciddi tehlikeler oluşturabiliyor.
Topraktan kaynaklanan jeopatik veya patojenik etkiler kavramı, ilk kez, 1929 yılında Almanya'da, Baron Gustav Freiherr von Pohl, Vilsbiburg Mahallesi'ni incelediğinde ortaya çıktı. Mahallede 565 ev, 3 bin 300 kişi ve olağanüstü yüksek
bir kanser oranı vardı.
Baron von Pohl, Vilsbiburg'un altındaki tüm ana yeraltı su damarlarının yerlerini saptadı. Bunlar 44-50 metre derinlikte ve üç-dört metre genişliğindeydi. Von Pohl, bunların istikametlerini mahallenin sokak planına döktü. Son dönemde kanserden ölmüş 54 kişinin evleriyle bu haritayı karşılaştırınca çok şaşırtıcı bir sonuca ulaştı. 1932'de basılan Yeryüzü Akımları: Kanser ve Diğer Hastalıklara Neden Olan Faktör (Earth Currents: Causative Factor of Cancer and Other Diseases) kitabında yazdı:
54 kişinin ölüm nedeni
"Çıkardığım haritanın tamamlanmış hali, kanserden ölen 54 kişinin tümünün yataklarının, radyasyon akımlarını çizdiğim yerlere tekabül ettiğini gösteriyordu."
Jeopatoloji hâlâ ABD'de pek bilinmiyor. Ama o günlerden sonra Almanya'da, bu konu üzerinde birçok araştırma yapılmış, hatta tıbbi olarak kabul edilmiş. Zaten von Pohl'un kendisi, onlarca vaka örneğini not etmiş. Bu kişilerin uykusuzluktan kalp spazmına çeşitli yakınmaları varmış. Ama sadece yataklarını, evin altındaki jeopatik bölgeden uzaklaştırıp, başka yere nakletmekle, büyük bir hızla iyileşmişler.
Von Pohl'un meslektaşı Dr. Hager ise, Stettin kasabasında, 21 yıllık bir süre içinde kanserden ölen 5 bin 348 kişiyle ilgili bilgileri incelemiş ve her ölüm vakasında da, kanser hastasının evinin altından, bir yeraltı su damarı geçtiğini saptamış.
İngiliz biyofizik araştırmacısı ve mucit Dr. Ludger Mersmann ve yine İngiltere, Dorset'teki Bioenerjetik Tıp Enstitüsü'nden Dr. Anthony Scott -Morley, biri yeraltından gelen, diğeri de yukarıdan, kozmik ışınlarla
ulaşan jeopatik stresin varlığını kabul ediyor.
Almanya, Hannover'deki Paracelsus Silbersee Hastanesi'nin yöneticisi Dr. Hans A. Nieper de, bu faktörün kansere neden olabileceğinin farkında. Dr. Nieper'e göre, habis tümörü olan tüm hastaların yüzde 93'ü, jeopatojenik etki altında kalmış. Kanser tedavisinde Nieper, 'hastanın, jeopatojenik etkene maruz kaldığı yerden uzaklaştırılması'nı
öneriyor. Böyle bölgelerin de, ya çubukla yeraltında su damarı araştırmasıyla veya anormal manyetik alanları saptayabilen manyetometreyle tespit edilebileceğini söylüyor.

 
Radikal Gazetesinden alıntı 

Kozmik Miras



KOZMİK MİRAS

ELDERS (Büyükler Meclisi)

Anrita Melchizedek kanalıyla

Kozmik Mirasınızı daha çok anlamak için, yaklaşık M.Ö. 11,000′de Mısır ve Sümer kültürleri vasıtasıyla Atlantis’in Çöküşünden gelen çokboyutlu anılarınızı paylaşmak istiyoruz. Daha önce açıkladığımız gibi, Atlantis’ten gelen En Yüksek Potansiyelinizin eterik kayıtları Atlantis’in Çöküşünden hemen önce Mısır’daki Tek Birlik Bilinci Portalında saklandı ve sizler M.Ö. 10,800 den M.Ö. 8640′a kadar Aslan Çağı sırasında Foton Bandına tekrar girmek üzereydiniz. Ancak, Foton Bandına girmenizden hemen önce Galaktik Işık Federasyonu bir toplantı düzenledi. Bilebileceğiniz gibi, Galaktik Işık Federasyonu bir Yıldız Sistemleri organizasyonudur, karanlık ve güce açlık duyan varlıkların savaşlar yaratmasını ve farklı Yıldız Sistemlerini ele geçirmelerini önlemek için birkaç milyon yıl önce oluşturulmuştur. Tek amacı karanlık bölgelere Işık ve Sevgi getirmek olan, 200,000 Yıldız Sisteminden oluşan bir organizasyondur. Galaksinin bu çeyreği için Galaktik Işık Federasyonu Sirius’un eteriğinde varolur ve birçoğunuz Galaktik Işık Federasyonunun irtibat subayları veya onur üyelerisiniz.

Mesih Bilinci ızgarasının yıkımını ve Foton Bandına girişinizi takiben altı Kozmik ışının geri çekilmesiyle çokboyutlu anılarınızın çoğunu yakında kaybedeceğinizi bilerek, sizler de dahil Galaktik Işık Federasyonunun üyeleri tüm İnsanlığın En Yüksek Hayrı için İleri Doğru Evriminize devam etmenin en iyi yolunu bulmak için toplandınız. Galaktik Işık Federasyonunun üyeleri olan Pleiadesli Işık Temsilcileri ve Siriuslu Işık Ekibi ile Anunnaki sizin İleri Doğru Evriminizde en çok etkiye sahip oldukları için, Siriusluların ve Anunnaki’nin onlara tahsis edilen Dünyadaki bölgelerde öğretilerine devam etmelerine ve belirli kültürlere enkarne olmalarına karar verildi. Sirius Işık Ekibine öğretilerine Afrika’da devam etme izni verildi ve daha sonra göreceğiniz gibi, Mısır’ın yeniden doğuşunda ana etki Sirius idi. Anunnaki de Mısır’ı istedi, çünkü geçmişte Mısıra müdahale etmişlerdi. Ama, onlara bu seçenek verilmedi ve bunun yerine bugün Filistin olarak bilinen Mezopotamya ve Doğu Akdenizi kapsayan bölgeyi seçtiler. Pleiadesli Işık Temsilcilerine belirli bir bölge verilmedi, ama İnsanlığın bilinci Pleiadesli Işık Temsilcileri tarafından ışıklandırılan Mesih Bilincinin ikinci seviyesine geçiş yaparken, onlar Sirius Işık Ekibi ile yakın çalışmaya devam edeceklerdi, ayrıca Alycone vasıtasıyla koşulsuz Sevginin bu beşinci boyut frekansına bağlantınızı güçlendireceklerdi. Ve aslında onların durumlarını onurlandırmak için Ma-at, Ra ve P’tah gibi birçok Mısır tanrısına Pleiadesli Işık Temsilcilerinin isimleri verildi.

Yaklaşık M.Ö. 11,000′de Büyük Piramidi inşa ederken, Thoth’un öncülük ettiği Pleiadesli Işık Temsilcileri ve Siriuslu Işık Ekibi yeraltı tünelleriyle Büyük Piramit ve Sfenks’e bağlanan ve ayrıca Büyük Piramidi Güneş’e, Alcyone’a, Sirius’a, Andromeda’ya ve Orion’a hizalayan Tek Birlik Bilinci portalındaki En Yüksek Potansiyelinizle ilgili eterik kayıtları mühürledi. Güneşiniz ikiz bir Yıldızdır ve Sirius’un Spiritüel Çocuğudur ve İlksel Işık Ruhunuz veya bireyselleşmiş Ruh ışını vasıtasıyla yalnızca sizin bireysel ve kollektif mavikopyanızı taşımaz, aynı zamanda En Yüksek Potansiyeliniz ile ilgili Sirius’tan gelen kodlamaları da taşır. Elbette Sirius sizi Sirius Işık Ekibine, Büyük Beyaz Locadaki Işık Kardeşliğine ve Galaktik Işık Federasyonuna bağladı. Orion, Melchizedek Düzeni dahil Işık Kardeşliğini bu Dünya planına bağladı. Alcyone sizi Pleidesli Işık Elçilerine bağladı; ve Andromeda, Pleiadeslilerin Spiritüel öğretmenleri olan Andromedalı Galaksilerarası Işık Varlıklarına bağladı. Ama, bu beş boyut seviyesi ayrıca sizi Mesih Bilincinin beş seviyesine ve Mesih Bilincinin bu seviyelerini deneyimleme potansiyeline de bağladı. Büyük Piramidin inşa edilmesinden 200 yıl sonra, siz Foton Bandına girerken, Işık Kardeşliği Sfenksin altındaki Işık Gemisini kaldırdı ve Lemurya ve Atlantisten gelen Ölümsüzler ve Yükselmiş Üstatlar bu Uzay Gemisine girdiler. Bir grup Merkabası yaratarak kendi Işık Bedenlerinizi daha çok aktive ettiniz. Sfenskten yükselen Işık Gemisi Yucatan, Peru, Brezilya, Kamboçya, Tibet ve sonra Mısır’a yolculuk yaptı, bu Dünya planına yardımcı olan Melchizedek Işık Elçilerini koruyarak, Büyük Piramidin tepesine indi. Ek olarak, Sirius Işık Ekibi Kuzey Mısır bölgesinde canlı bir Merkaba yarattığı için, Güneş Sisteminizin çevresinde yörüngede dolanan birçok Anunnaki Kuzey Mısır’a indi. Kutuplar yer değiştirdi ve Dünya sallanırken bilinciniz alt boyutlara kaydı ve sıfır bölgesine girdiniz. Bu üç günlük periyotta, Dünya planınızın elektromanyetik ve jeomanyetik alanları spirallenerek sıfıra indi ve çokboyutlu, çok fasetli Sevgi ve Işığın Üstat Varlıkları olarak kalan anılarınızı kaybettiniz.

2,000 yıl sonra Foton Bandından çıktığınız zaman, çok şey değişmişti. Birçok büyük hayvanın nesli tükenmişti, çok soğuktu ve kozmik karmik kalıpları ve dünyasal ego cazibelerini oynayarak evrim skalasının dibinden tekrar başladınız. Ama, buzlar eridikten ve topraklar ısınıp verimli hale geldikten sonra, tanrıçayı onurlandırmaya ve hürmet etmeye başladınız. M.Ö. 7200′de Anunnaki Güneş Sisteminizin yörüngesinde dolanmaya geldiğinde ve Mezopotamya Bölgesine indiğinde, sizi tanrıça imgesine ibadet ederken buldular. Tanrıçaya ibadet etmek için tapınaklar yapmanıza yardım ettiler ve sanat ve güzellik vasıtasıyla İnsanlığın yaratıcı elementini genişlettiler. Size astrolojiyi, genetikleri, ziraati öğrettiler ve özellikle atalarınızı yaratmış oldukları için kendilerini İnsanlığın tanrıları olarak düşündüler. O zamanlarda, bu ataerkil varlıklar dünyadaki dişilerle çiftleşti, bu birleşmelerin zorlanmış doğası nedeniyle çokboyutluluğunuzun bazı yanlarının kaybolmasına neden oldular. Bu zorlanmış cinsel aktivite sizi En Yüksek Potansiyelinize bağlayan tantrik ve kundalini kanallarının daha fazla bozulmasına neden oldu. Sonuç olarak, Birlik deneyiminiz de bozulmuş oldu. Bunun İnsanlığın alt temel frekanslarının enerjinin yatay hizalanmasına geçme ve dahası çok daha sınırlı üç boyutlu bilinç haline sokma etkisi oldu. Anunnaki M.Ö. 3600′da Boğa Çağı sırasında geri döndü. Bu noktada, bugüne kadar devam eden ataerkil yönetim çağını yarattılar. M.Ö. 3600′da Sümer’in Dicle ve Fırat vadilerinde tapınaklar inşa ettiler ve dillerini, yazılarını ve inanç sistemlerini öğrettiler.

Mısır’da, İnsanlığın kendi En Yüksek Potansiyelinin anlayışına tekrar varması ve birçok olağanüstü Işık Varlıklarının öğretilerini ve Melchizedek Düzeninden gelen Gizem Öğretilerini deneyimleyebilmesi için bilinç farkındalığı seviyesine yükseltilmesi bir diğer 6,000 yıl sürdü. Aslan Çağı sırasında, Büyük Piramit vasıtasıyla yarattıkları yeraltı şehirlerinde yaşayan Yükselmiş Üstatlar ve Ölümsüzler kollektif Mesih Bilinci farkındalığını yaratmak için uygun zamana kadar beklediler. Işık Kardeşliğinden gelen bu Spiritüel öğretiler yaklaşık M.Ö. 3,800′de, M.Ö. 100,000′deki orijinal başlangıcından beri Anunnaki etkisinde olan Mısır’ın yeniden doğuşunu getirdi. Işık Kardeşliğinin parçası olan Thoth yazılı, hiyeroglif dili Mısır’a getirdi. Atlantis ve Lemurya zamanlarında, sizler ben – ötesi, holografik ve fotografik hafızaya sahip olduğunuzdan yazılı bir dile gereksinim yoktu. Mısır’da, hala fotografik hafızaya sahiptiniz, sizler inisiyasyonlarınızdan ve Horus’un Sol ve Sağ Gözü öğretilerinden geçerken, bu size yardımcı oldu. Horus’un Sol Gözü sizin doğanızın dişil, sezgisel yanıdır ve bu inisiyasyonlar Nil boyunca on iki ana Mısır Tapınağında on iki yıl boyunca öğretiliyordu. Sonra inisiyeler bir diğer on iki yıllık eğitim için Horus’un Sağ Gözüne geçiyordu, bu eğitim Büyük Piramit’te yapılıyordu, matematiğin, kutsal geometrinin ve Ölümsüzlüğün deneysel anlayışı ile Mesih Bilincinin üçüncü seviyesinin gerçekleştirilmesine ulaşılabiliyordu. Gerçekte, Büyük Piramidin içinde On Sekizinci Hanedan sırasında Akineton tarafından öğretilen Ölümsüzlüğün anahtarı ve Horus’un Sağ Gözünün anlayışının 48 sembolünü taşıyan bir oda vardır.

Yaklaşık M.Ö. 3800 – M.Ö. 3600′de Mısır’ın yeniden doğuş zamanında, Güney ve Kuzey Mısır olarak da bilinen Yukarı ve Aşağı Mısır’ın birleşmesiyle İlk Hanedan, Kral Menes ile başladı. Ama, hem Yukarı hem de Aşağı Mısır’ın kendi tanrıları vardı ve hem Anunnaki hem de Sirius Işık Varlıklarının etkileri vardı. Bunları bir araya getirmek karmaşaya neden oldu, çünkü Mısırlılar kendi bireysel tanrılarına ibadet etmeye devam ettiler. 2,000 yıllık karışıklıktan sonra, Işık Kardeşliği Sevgi ve Işığın Üstat Varlığı olarak doğuştan hakkınızı hatırlamanızı sağlamak için bir plan tasarladı. Çünkü, Atlantis’in Çöküşüyle Mesih Bilincinin üçüncü seviyesi kaybolmuştu ve altı Kozmik ışın geri çekilmişti. Sizin bugün Sentezin Kozmik Avatarı, Mahatma’nın kişilik veçhesi olarak bildiğiniz Yücelerdeki en görkemli Işık Varlığının Mısır’ın ilk Firavunu olmasına ve Anne/Baba Tanrı’nın İlahi Işığını Dünya planınıza bağlayarak Galaksinin bu çeyreğinde Galaktik bir Işık portalı açmasına karar verildi. Daha önce hiç bu şekilde yapılmamış olan bu muhteşem ve cesur plan, Sirius ve Güneşiniz vasıtasıyla En Yüksek Potansiyelinizin anılarını Gezegensel yapay Mesih Bilinci ızgarasına bağlayarak, altı Kozmik ışının ve Mesih Bilincinin üçüncü seviyesinin geri dönmesini sağlayacaktı. Bunu yaparken, bu Dünya planındaki her atom ve molekül bu çokboyutlu anılara erişebilirdi ve kollektif olarak İnsanlığı Sevgi ve İlahi Eşitlikte Hizmet vasıtasıyla Cennetin Eşliğinin birlikte – yaratıcıları olarak kendi olağanüstü Yüksek Işığına ve tam çokboyutlu anılarına uyandırabilirdi. M.Ö. 1500′de, bu planı gerçekleştirmek için, Mahatma’nın frekansı düşürülmüş enerjisi tüm Yaradılışın Işığını taşıyan Akineton isimli bir Ölümsüz olarak geldi. Akineton On Sekizinci Hanedanı ilan eden Mısır’ın ilk Firavunu oldu ve on yedi buçuk sene Mısır’ı yönetti. Akineton Mısırlılara bireysel tanrılarına ibadet etmeyi bırakmalarını ve Güneş vasıtasıyla Tek Tanrı’ya odaklanmalarını emretti, Güneşin Tüm Var Olan’ın Tek Tanrısından gelen Işık kodlamalarını getirdiğini açıkladı.

Güneşe odaklanma ayrıca Mısırlıların İleriye Doğru Evrimlerinde sonraki aşama olan Solar Mesih Bilincini temsil etti. Ama, Mısırlıları ikna etmek kolay değildi, onların çoğu gizlice kendi tanrılarına ibadet etmeye devam etti. Ek olarak, o zamanlarda savaş topraklarını harabeye çevirdiği için Hibiru’nun (Nibiru) çoğu Mısır’a geldi. Anunnaki etkisi altındaki Nibiru ataerkil tabanlı bir toplum yarattı. Onlar Sirius mimarisini ve kutsal geometriyi ve Mısırlılara verilmiş olan birçok başka armağanları arzu ediyorlardı ve Nibiru Mısır’a gelirken bu öfke ve kıskançlık hisleri onların içinde yükselmişti. Mısırlıların tüm teknolojilerini ve okültizmini ve özellikle Büyük Piramit vasıtasıyla Siriuslulara, Işık Kardeşliğine ve Galaktik Işık Federasyonuna nasıl ulaşıldığını öğrenmek istediler. Ama, Anunnaki Siriuslu Işık Ekibinin Mısırlı insanları Tek Birlik Bilincinde birleştirmesini istemiyordu ve bu Mısırlıların korku, kırgınlık, ayartılma vs deneyimlemesine neden oldu. Sonuç olarak Mısır’da kaos patladı. Mısır dini mezheplerinin çoğu güçsüzleştirildiklerini hissettiler. Mısırlılar bıktılar ve Akineton on yedi buçuk yıllık Firavunluktan sonra tahttan indirildi. Bu noktada, kozmik şeytanın yardımıyla Anunnaki kısmen açık olan Galaktik portalı kapattı. Sirius Işık Varlıklarının, Sirius Bilincine ve Tüm Var Olanın Kaynağına bu direkt bağlantıyı taşıyan Akineton vasıtasıyla Mısırlılarla bağlantısı kesildi. Ek olarak bu olayla, İnsanlığın beş adet yüksek dünyasal ışını geri çekildi ve Mısır savaşa ve kaosa düşüverdi. Ancak, Tanrının İnayeti ile, Sirius Işık Ekibi tarafından Dünya planınızın etrafına holografik bir baloncuk yerleştirilmesini takiben, beş yüksek dünyasal ışın 7 Ağustos 1972′de Dünya planınıza yeniden demirlendi. Artı, Mahatma enerjisi vasıtasıyla altı Kozmik ışın 15 – 17 Ağustos 1987′de Armonik Kavuşumda kısmen yeniden demirlendi ve 23 Nisan 1994′te Sirius ve Dünyanız arasındaki Galaktik hizalanmayla tamamen demirlendi.

Bundan başka, Sirius B, Sirius A etrafındaki kendi 50 yıllık eliptik yörüngesinde Sirius A’ya en yakından hizalandığı zaman ve her 90,000 yılda bir gerçekleşen Dünya ile Yıldız hizalanmasında, hem Sirius A hem Sirius B ve Cennetin Eşliğinin birleşik çabalarıyla, Sirius Bilincine ve Mesih Bilincinin üçüncü seviyesine bağlantı 23 Nisan 1994′te sağlam şekilde yeniden oluşturuldu. Zamanda bu anda, Cennetin Eşliği tarafından Işıklandırılarak, Pleiadesli Işık Temsilcilerinin yardımıyla, Sirius Işık Varlıkları sizin orijinal İlahi sekiz – hücre mavikopyanızdan başlayarak, yıldız tetrahedron şeklini Mesih Bilincinin üçüncü seviyesine gerçekleştirmek için Kozmik Sevgi frekansını yükseltti. Bu gerçekleştirme ayrıca Dünya planınız etrafındaki Mesih Bilinci ızgarasına da damgalandı. Ek olarak, bu zamanda İnsanlığın kollektif bilincinin dördüncü inisiyasyonunu ve birçok yüksek seviye inisiyeler tarafından üstlenilen altıncı inisiyasyonu takiben, 21 Haziran 2001′de Kozmik ışınlar pratik seviyede kullanılmak için elde edilebilir oldu. Ve Mesih Bilincinin üçüncü seviyesinin tam demirlenmesiyle, Ölümsüzlük genleriniz, iki ilave kromozom eterik olarak yeniden aktive oldu. Bu, sizin şu anda 46 kromozom, artı fiziksel olarak aktive edilmeyi bekleyen iki ilave eterik kromozoma sahip olduğunuz anlamına geliyor. Ve sevgili Melchizedek Işık Elçileri, sizler Yaşam Çiçeğinin soğuk alevleriyle Melchizedek Düzenine Yüksek Rahip olarak taçlandırılırken, bu dokuzuncu boyut seviyesinde, Amenti Salonlarında gerçekleşecek. Bu zamanda, ellinci çakra taç çakranıza demirlenecek, kırk dokuz çakra vasıtasıyla birleşik Işık sütununu yaratacak ve bu ilave iki kromozomun, Ölümsüzlük genlerinizin fiziksel aktivasyonuyla Kozmik Mesih Bilincine girişinizi belirtecek. Ve Kozmik inisiyasyonlarınız vasıtasıyla, Ölümsüzlük genlerinizi hayata geçirme yeteneğine sahipsiniz.

Ayrıca, Akineton’un tahttan indirilmesi zamanında, Sevgi ve Işığın Üstat Varlığı olarak gerçek Ölümsüz doğanızın anlayışı Mesih Bilinci ızgarasına ve Akaşik Kayıtlara programlanmıştı. Firavun olduğu zaman sırasında, Akineton Horus’un Sağ Gözünde sadece beş buçuk yıllık periyotu takiben, en azından 300 insanın Ölümsüzlüğe ulaştığı Akineton Gizem Okulunu yarattı. Bu Ölümsüz Işık Varlıkları M.Ö. 500′de İsrail, Masada’ya yolculuk yaptılar ve Machiventa Melchizedek ile Akineton’un birleşik öğretilerini izleyerek Essene Kardeşliğini oluşturdular.

Ve aslında sevgili Elçiler, bir Melchizedek Işık Elçisi olarak gerçek ihtişamınızın anlayışı Mısır’ın Büyük Piramidi içinde bulunmaktadır.

(Çeviri: Saffet Güler)

Genetik Şifre




Bilim adamları insan anlayışını değiştirecek olan genetik keşfi selamlıyor

Steve Connor, Bilim Editörü

23 November 2006

Bilim adamları insanların genetik yapısında dramatik varyasyonlar keşfetti, bu keşif tedavi edilemez hastalıklara neyin neden olduğunun temel tekrar değerlendirilmesine yol açabilir ve insanlığın daha büyük bir anlayışını sağlayabilir.

Bu keşif, insan genomunu (insanın genetik formülü) inceleyen bilim adamlarını şaşırttı. Şimdiye kadar, insanlar arasındaki varyasyonların nedeninin, bireyin genom “harflerinin” sıralamasındaki farklar olduğuna inanılıyordu.

Şimdi varyasyonun çoğunun, insan genomunu oluşturan bazı anahtar genlerin çoklu kopyalarına sahip olan insanlar ile açıklandığı görünüyor.

Şimdiye dek, insan genomunun veya “yaşam kitabının” herkes için geniş ölçüde aynı olduğu kabul ediliyordu, bazı sözcüklerde birkaç telaffuz farkı haricinde. Bunun yerine, bulgular kitabın herhangi bir rakamı defalarca tekrarlayan bütün cümleleri, paragrafları veya hatta tüm sayfaları içerdiğini öne sürüyor.

Bulgular, daha önce inanıldığı gibi, insanlığın %99,9 unun özdeş olması yerine, en azından birbirlerinden 10 kat daha farklı olduğu anlamına geliyor, bu bazı insanların neden ciddi hastalıklara eğilimli olduğunu açıklayabilir.

Bugün yayınlanan araştırmalar her bir genden sadece iki kopyaya sahip olmak yerine – her bir ebeveynden birer tane – insanların bir çok kopyalar taşıyabileceğini keşfetti, kaç tane kopya taşınabileceği insandan insana değişebilir.

Araştırmalar genlerin kopya sayılarındaki varyasyonların normal ve sağlıklı olduğunu ileri sürüyor. Ancak, bilim adamları ayrıca bir çok hastalığın bazı anahtar genlerin kopyalarındaki anormal kayıp veya kazanım ile tetiklenebileceğine inanıyor.

Bulguların bir başka anlamı, en yakın canlı akrabalarımız olan şempanzeden, daha önce kabul edilenden çok daha farklı olduğumuzdur. % 99 benzer olmak yerine, daha olası olarak yaklaşık % 96 benzeriz.

İngiltere ve Amerika’daki 13 farklı araştırma merkezinden bilim adamları tarafından üç öncü bilimsel dergide aynı zamanda yayınlanan bulgular önde giden bilim adamları tarafından zemin sarsıcı olarak tanımlandı.

Huston, Teksas’taki Baylor Tıp Kolejinden tıp genetikleri üzerine dünyaca otorite olan Profesör James Lupski “Bu araştırmanın insan genetikleri alanını ebediyen değiştireceğine inanıyorum” dedi.

Profesör Lupski, bulguların, 19 ncu yüzyıl Mendel genetiklerinin “babası” olan Gregor Mendel’ ve 1953’tw DNA çifte sarmalını keşfeden Jim Watson ve Francis Crick’ten bu yana inşa edilmiş olan insan genetiklerinin temel prensiplerinin yerini alacağını söyledi.

“Artık insan özelliklerinin başlıca [basit DNA] değişimlerinden sonuçlandığı düşünülemez… Bir çok Mendelian ve kompleks özellikler, ayrıca ara sıra gözüken hastalıklar genomun yapısal varyasyonundan kaynaklanabilir” dedi Profesör Lupski.

İnsan genomunun sıralamasındaki üç milyar harfi deşifre etmek bir zamanlar Aya gitmeye benzetilirdi. Bilim adamları şimdi genomun “ay manzarasının” umduklarından çok daha farklı olduğunu gördüler.

Cambridge’teki Wellcome Trust Sanger Enstitüsü’nde proje liderlerinden biri olan Matthew Hurles, bulguların her birimizin DNA mızın tüm bölümlerinin kazanımlarının ve kayıplarının eşsiz modellerine sahip olduğumuzu gösterdiğini söyledi.

“Bu sonuçların gerçek sürprizlerinden biri, DNA mızın kopya sayısındaki değişimlerin sayısı idi. Bunun genomun en azından % 12 si olduğunu tahmin ediyoruz – bu daha önce asla gösterilmemişti.” dedi Dr. Hurles.

Bilim adamları daha önce bazı bireylerde genlerin “kopya sayısı”nda belirlemişti, ancak şimdi keşfedilen varyasyonun dik ölçeği dramatik.

“Araştırmacıların daha önce gördüğü kopya sayısı varyasyonu sadece buzdağının ucu idi, denizin altındaki kütle belirlenmemişti.” dedi Dr Hurles.

“Şimdi bireyler arasındaki genetik farklılıkların bu fenomeninin çok büyük katkısını anlıyoruz”

Araştırmalar Asya, Afrika veya Avrupalı atalarsa sahip olan 270 insanın genomunun ayrıntılı ve sofistike analizini kapsıyordu. İnsan gen havuzunun mümkün olduğu kadar geniş bir havuzunu dahil etmek önemli idi.

Bireyler tarafından sahip olunan kopyaların sayısında 2,900 genin değişik olabileceğini buldular. Genler, genetik kod uzunluğunun bir milyon harfine kadar DNA nın bölümlerinin çoklu kopyalarını kapsıyordu.

Chevy Chase, Maryland’daki Howard Hughes Tıp Enstitüsünden Stephen Scherer, “Buna benzer büyük değişimlere sahipseniz, o zaman bunlar hastalığa dahil olmalı şeklinde düşünmeye alışığız. Ama hepimizin bu değişikliklere sahip olabileceğimizi gösteriyoruz” dedi.

“Ancak, bir çok hastalığın belli anahtar genlerin kopya sayısından etkilendiği görülüyor,” dedi Boston, Massachusetts’teki Brigham and Women’s Hospital and Harvard Tıp Okulundaki proje liderlerinden bir başkası olan Charles Lee.

“Kopya sayısındaki değişikliklerden kaynaklanan hastalıkların bir çok örnekleri ortaya çıkıyor. Yeni bir inceleme Parkinson hastalığı ve Alzheimer’ı da kapsayan yalnızca sinir sisteminin 17 koşulunu listeliyor, bunlar bu tür kopya sayısı değişikliğinden kaynaklanabilir” dedi Profesör Lee.

“Gerçekte, tıp araştırması bu haritadan çok fazla yararlanacaktır, genel hastalıklarda içerilen genleri teşhis etmenin yeni yollarını sağlayacaktır”

Wellcome Trust’ın yöneticisi Mark Walport, “Bu önemli çalışma bir çok hastalığın genetik nedenini belirlemeye yardımcı olacaktır” dedi.

Yanıtlanan anahtar sorular

Bilim adamları bugün neyi keşfetti ?

Her birimizin, daha önce inanılandan çok daha fazla genetik olarak farklı olduğumuzu keşfettiler. Sadece her genin iki kopyası yerine – her ebeveynden bir tane – bir çok kez çoğalıp artan genlere sahibiz. Bu “çoklu kopya sayıları” insandan insana farklıdır, bu insanın fiziksel ve hatta zihinsel varyasyonunu açıklayabilir.

Bu neden önemli ?

Bunun pratik bir yararı, en zor, tedavi edilmez hastalıkların bazılarının yeni anlayışına götürürebilmesidir. İnsan genomu anlayışımıza kompleksliğin ekstra bir katmanını ilave etmesine rağmen, keşif çocukluk hastalıklarından bunamaya kadar değişen durumların yeni içgörüsünü ve tıbbi tedavisine götürebilir. Örneğin, bilim adamları bu bilginin kanser gibi hastalıklar için yeni teşhis testlerine götürebileceğini öngörüyorlar.

Bu keşif nasıl yapıldı?

Bilim adamları son yıllarda DNA nın büyük parçalarını analiz etmenin daha karmaşık yöntemlerini geliştirdiler. “Bazı şekillerde, kullandığımız yöntemler ‘moleküler mikroskoplar’, bunlar kullanılan teknikleri dönüştürdüler.

Hangi genler bir çok kez kopyalanıyor ve neden?

İnsan genomunda 30,000 gen var, bunlar DNA kodunun yaklaşık 3 milyar “harfi”nden oluşuyor. Bilim adamları, bu çalışmaya katılan 270 insanda bu genlerin % 10 dan fazlasının sayısının katlandığını buldular. Neden bazı genlerin kopyalandığını, bazılarının kopyalanmadığını bilmiyorlar. Afrika kökenli insanlarda bir çok kez kopyalanan CCL3L1 olarak adlandırılan genin HIV’e direnç verdiği görünüyor. Kan proteini yapımına dahil olan başka bir gen güney – doğu Asyadan gelen insanlarda bir çok kez kopyalanıyor ve sıtmaya karşı yardımcı olduğu görünüyor. Diğer araştırmalar bazı genlerin kopya sayısındaki varyasyonun Alzheimer ve Parkinson hastalığında kapsandığını gösterdi.

Başka pratik uygulamalar var mı?

Bilimdamları üç büyük etnik gruptan insanlara baktı – Afrikalı, Asyalı ve Avrupalı. Her bir kişinin doğru etnik orijinini tayin etmek için yeterli radikal farklılıklar vardı. Bu, bir şüphelinin ırkı ile ilgili daha fazla bilgi öğrenmek isteyen adli tıp bilim adamlarına yardımcı olabilir.

Bu keşfi kim yaptı ve daha fazla bilgiyi nerede okuyabiliriz ?

Ingiltere’nin Sanger Enstitüsü dahil 13 araştırma merkezinden bilim adamları katıldı. Araştırma Nature, Nature Genetics ve Genome Research’te yayınlandı.

http://news.independent.co.uk/world/science_technology/

(ÇEVİRİ : Saffet)

Günün Sözü - 24 Mayıs 2014



Yüksekleri hedefleyen, gelişimine tutkuyla bağlı bir insan, dağları yerinden oynatabilir, imkansız görünen durumlara çözümler bulabilir ve herhangi bir zorluğu daha üst seviyeden gelen bir duruma dönüştürebilir

S.D'Anna

6. Tortuguero Anıtı ve Maya Takvimi Bitiş Tarihi


6.Tortuguero Anıtı ve Maya bitiş tarihi

 1993 senesinin sonlarında doğru, bağımsız olarak Maya takvimi araştırmalarıma başladığımda, söz konusu “bitiş tarihinde” neler olacağının tanımını yapan eski Mayalara ait tek bir yazıt bile bilinmiyordu. Bilinen tek şey Uzun Sayımın başlangıç gününü tarif eden ve İlk Baba’nın “dünya ağacını ayağa diktiğini” söylediği Palenque yazıtları gibi bazı yazıtlardı. Bu bilgi kirliliğine bakmaksızın dokuz evrim düzeyi, Dokuz Altdünya ve de kendi dalga hareketlerini oluşturan çeşitli Gece ve Gündüzleri kapsayan teorimi geliştirmeye başladım. Kısacası, önemli Maya piramitlerinin dokuz basamaklı olarak inşa edilmesinin, bu basamakların her biri yedi gündüz veya yedi yaratıcı tanrı tarafından yönetilen, dokuz yaratılış seviyesinin sembolü olmasından ileri geldiğini öne sürdüm. Ardından, böylesi bir modeli dayanak olarak aldığımızda muazzam miktardaki tarihi olayın, kozmik enerji değişimlerinin sonuçları olarak algılandıklarında bir anlam ifade ettiğini keşfetmiş oldum. Elbette bu durum tıpkı Maya Piramitlerinin bazılarının arkalarının düz olması gibi, bu dokuz seviyenin hepsinin de aynı tarihte sona ereceği şeklinde görülürse gerçek olarak algılanabilir. Bu nedenle enerji değişimlerine yönelik böyle bir anlayışın, Maya'ların kehanet geleneklerinin temelini oluşturduğu aşikardır. Tabi ki bu durum Maya takvimini ve ona bağlı çeşitli tanrıları batıl inanç olarak gören geleneksel Maya Biliminin onu yorumlayış biçiminden uzaktı. Sonuçta farklı bir bilimsel gelenekten geliyordum ve de öncelikli ilgi alanım Maya zaman döngüleri ve bununla ilişkili tanrıların gerçeğin birer yansıması olup olmadığıydı. 

Yetmişli yıllarda bilimsel kariyerimin henüz başlarındayken, Stockholm Nobel komitesi üyesi olan birisinin akıl hocalığı sayesinde, tartışmasız en yüksek seviyeden bilimin nasıl çalıştığını dolaylı dahi de olsa görmüş oldum. Bunun anlamı, onları onaylayacak deneysel bulgular ve sürekli yapılan deneysel kontroller olmaksızın safi “inançlardan” türetilmiş teorilere sıfır taviz göstermek demek oluyordu. En azından mesleki açıdan bu durum, o zamandan beri akıl yürütme yöntemime yön vermiştir. Bu yönteme göre de, bazı insanların İsa'nın 25 aralıkta doğmuş olduğuna veya Maya Takviminin 21 Aralıkta biteceğine dair olan inançları, gerçekte bunların doğru olduğunu kanıtlamaz. Dokuz kadar Altdünya'nın varlığı düşüncesi, Maya takvim sisteminde uzun bir süreden oluşan (tamı tamına 5, 125 yıllık uzun sayım) tek bir döngünün olduğunu savunanlar tarafından uzunca bir süre reddedildi. Ne var ki o zamanlar bile Mayaların evrimin dokuz basamağını benimsediğini gösteren ipuçları vardı. Mesela Uzun Sayımın, Altıncı basamak olduğu anlaşılan Altı-Gök-Tanrı'yla zaman zaman ilişkilendirildiği bilinmekteydi ve ilki Hablatun'la başlayan dokuz seviyeli zaman dilimleri olduğuna işaret edilmekteydi. Her ne kadar kimileri tarafından yeterince usle uygun bulunmamış olsa da bu Dokuz seviyeye ait göstergelere dayanarak, insanlık tarihi tarafından deneysel olarak doğrulanabilen kendi teorimi öne sürdüm. Bir süre sonra, 1996 yılında, Maya bilimciler Palenque'nin yalnızca 50 km batısında bulunan ve benim evrimin dokuz seviyesi modelime daha çok destek olacak olan Tortuguero'daki 6 numaralı anıtı deşifre etmeye başladılar. M.S 670 civarında yaşamış olan bir Maya kralının bakış açısına dayanarak dahi olsa da, ilk defa söz konusu bitiş tarihinde neler olacağına işaret ettiği sanılan bir yazıt keşfedilmiş oldu. Tortuguero Anıtı 6’da Bolon Yookte’nin inişini tanımlayan yazı parçası. Sven Gronemeyer’in çizimi. Bu yazıt 2006 yılında daha geniş kitlelerin dikkatini üzerine çekmiştir. Maya kabartmaları uzmanı olan David Stuard'a göre yazıtın son tahlilde ki okunuşu şu şekildedir: Tzuhtz-(a)j-um u(y)-uxlcuun pik (ta) Çan Ajav ux (-te') Uniiv. Uhht-um ? Y-em(al)?? Bolon Yookte' K'uh ta? Türkçesi ise şöyledir: “Onüçüncü 'Bak'tun” Dört Ahau, Uniiw (K' ank'in)'de sona erecektir. ? meydana gelecektir. (Bu) Dokuz destekleyici Tanrının gökten inişi(??) meydana gelecektir. Bu tür eski yazıtlarda sıkça rastlandığı gibi kabartmalar kısmen silinmiş olduğundan (ki burada durum böyledir) kısmen ise anlamları muğlak olduğundan okunmaları zor olabilmektedir. Bizce buradaki kritik nokta, bitiş tarihinde “gökten ineceği” ifade edilen Bolon Yookte adlı ilah veya ilahlardır. Bunun nasıl yorumlanacağını bilebilmek için öncelikle Maya ilahları hakkında iki şeyin bilinmesi çok önemlidir. İlki bunların az veya çok birer “kişi” gibi davrandıkları görülen Romalı veya İskandinav tanrılarında olduğu gibi kişileştirilmemiş olduklarıdır. Bunun yerine Maya (veya Aztek) tanrıları tipik olarak belirli bir zaman dönemiyle ilişkili kozmik bir gücü sembolize etmekteydi ve bu halkların mitolojileri gerçekten de son derece ileri seviyede gayrişahsi olan kozmik ilişkileri tarif ederdi. Bu yüzden aslında belirli günlerle ilişkilendirilen ilahlar olan eski Maya burçlarının “gün-tutucular” tarafından nasıl günümüze taşınmış olduğunu biliyoruz. 

Zaman birimleri, tanrılar ve günlük burçlar az veya çok değişken olup nasıl yorumlanacakları hangi bağlam içinde kullanıldıklarına bağlıydı. İkinci bilinmesi gereken şeye göre, bağlamın bütünü ya da sadece parçaları ifade etmesine bağlı olarak ya bu ilahlar kolaylıkla farklı ilahlara bölünebilir ya da bunun tersi gerçekleşebilir. Dokuz parçalı tek bir ilah veya bütünü oluşturan dokuz parça olarak da görülebilen Bolon Yookte'deyse durum neredeyse kesinkes böyledir. Bolon Yookte aynı zamanda hem bütünü temsil eder hem de dokuz parçadan oluşur çünkü Maya kozmolojisi özünde holistik (bütünsel) olup yaratılıştaki herşeyi birbiriyle bağlantılı olarak görür. 2006 yılında John Major Jenkins Bolon Yookte'yle ilgili önemli ve ilginç bir makale yazmıştır: “6. Tortuguero Anıtı ve Bolon Yookte Ku'nun 2012 bölümü üzerine yorumlar”, http://edj.net/mc2012/bolon-yokte.html. Jenkins bu yazısında yukarıda adı geçen yazıta göre Maya bitiş tarihinde gökten ineceği varsayılan Bolon Yookte adlı bu ilahla ilgili epigrafik bir bilgi özeti verir. Bunların yanısıra Gillespie ve Joyce'un, Bolon Yookte'nin "Dokuz basamağın Tanrısı" olarak adlandırıldığı ve bu ilahın meşhur Yedi Tanrı'nın Vazosu'nda da görülebileceği üzere yaratılışın başından beri var olduğundan bahsettikleri makelelerine de değinir. Bolon Yookte'nin Altdünyalar, savaş ve çatışmalarla ilgili olduğunu söyleyen Eberl ve Prager'a da değinir. Tüm bunların gerçekte bizlere anlattığı, dokuz basamaklı evrim ila dokuz Altdünyanın yapısal olarak yaratılışın başından ya da modern terminolojideki ifadesiyle Big Bang yani Büyük Patlamadan beri var olduğudur. Dolayısıyla, 6. Tortuguero Anıtı ve Jenkins'in bu yapıtın anlamıyla ilgili yapmış olduğu çalışmalar, on beş sene önce öne sürmüş olduğum teoriyi mükemmel biçimde doğrulamaktadır. Bolon Yookte, Dokuz Altdünya tarafından tetiklenen evrimin Dokuz seviyesidir. Bu dokuz Altdünya ise, meşhur Maya Vazosunda da aşikar olarak görülebileceği üzere, Yaratılışın Yedi Tanrısı'yla (Yedi GÜNDÜZ) ilintilidir. Ayrıca tarihten de bildiğimiz gibi tüm bu Altdünyalar, kozmik enerji sıçramalarının aynı zamanda güç dengelerinin değişmesine dolayısıyla da savaş haline sebebiyet vermesinden ötürü, çatışma ve savaşla ilintilidir. Kanımca, Maya İlahları arasında varolan bu ilişki, gerçekliği muazzam miktardaki deneysel bulguyla da onaylanan bir evrim modelini sunmaktadır bizlere. Bu bilgi, gerçeklikle olan bağlantısı nedeniyle sadece mitolojik bir ilişkiler ağı olmanın çok ötesinde, günümüzde insanlık için hayati bir öneme sahiptir. Bu yazıtın anlamı, bitiş tarihinde yalnızca bir değil dokuz kozmik kuvvetin tezahür edeceği ve de bunların Dokuz Basmağın Tanrısı Bolon Yookte'ye atfen dokuz basamaklı bir piramit tarafından temsil edilmekte olduğudur. Jenkins'in makalesindeki Bolon Yookte'nin, yakında yayınlanacak olan kitabım “The Purposeful Universe”(Anlamlı Evren)'de de mitten öte bir gerçek olarak gösterilen Dünya Ağacı'yla ilintili olduğu açıkça görülebilecektir. Tortuguero Anıtı’nın ışığında Dokuz Altdünya ve On üç Üstdünya modelinin ancak, sadece gerçek Maya Yazıtlarını değil aynı zamanda Maya takvimi siteminin gerçeklikle olan bağını gösteren muazzam miktardaki deneysel bulguyu da gözardı eden biri tarafından reddedilebileceği kanısındayım. Oysa bu göstergeler bütünlüğü kabul edildiğinde, Maya'ların evrimi ve onun biyolojik ve tarihi gerçeklikte oynamış olduğu rolü kavramamızı sağlayacak biçimde, mitolojilerindeki ilahların, zaman birimlerinin ve kozmik enerjilerin nasıl yer değiştirmiş olduklarını daha kolay görebileceğiz. Tikal'daki Jaguar piramitinde sembolize edildiği üzere Bolon Yookte ya da Dokuz Altdünyasıyla Dokuz basamaklı Tanrı. Dokuz Altdünyaların hepsi aynı zamanda tamamlanacaktır: “Bolon Yookte gökten yeryüzüne inecektir”. İşte bu eşzamanlı olayı sembolize etmesi için Piramidin sırtı düz inmektedir. Yazar tarafından fotoğraflanmıştır. 

 Şu anda evrimin sekizinci seviyesinde olup yakında bir adım ileri giderek dokuzuncu seviyeye yani Evrensel Altdünya'ya sıçrayacağımızdan, eski Maya'ların yaratılışın sonunu dokuz farklı ilahın gökten eşzamanlı inişi veya dokuz kozmik kuvvetin tezahürü olarak gördüğünün Tortuguero yapıtına dayanarak onaylanmasının tam vaktidir. Artık birçok insanın geleceğinin, bu dokuz seviyenin enerjisinin tam olarak nasıl bir rol oynayacağının bilinmesine bağlı olduğunu söylemek abartılı olmaz. Bu nedenle evrimin bu temel yapısını, Dokuz Altdünya ila On üç Üstdünyayı ve de yaratılışın farklı dalga hareketlerinin tam aktivasyon tarihlerini bilmek bundan böyle hayati bir öneme sahiptir. Bundan ötürü dokuz ilahın eşzamanlı olarak bitiş tarihinde gökten ineceği (dokuz kozmik kuvvetin tezahürü) olgusu artık uygunsuz bir fikir olmaktan çıkmış, aksine 6. Tortuguero Anıtına verilebilecek tek anlamlı açıklama haline gelmiştir. Bunun bir başka anlamıysa, Tortuguero Anıtında adı geçen Bolon Yookte'nin yalnızca belirli bir tarihte meydana gelen tek bir olaydan ibaret olmadığıdır. Bunun anlamı aslında Jenkins'in de belirttiği gibi Bolon Yookte'nin o esnada orda olduğu Büyük Patlama ya da evrenin başlangıcına geri döneceği ve de her biri Yaratılışın Yedi Tanrısı tarafından yönetilen (her Altdünya'daki Yedi Gündüz) birbirinden farklı dokuz dalga hareketinden meydana geldiğidir. Bu yüzden Maya takviminin anlamıyla ilgili her türlü tutarlı teori, uzunluğu 16.4 milyar yıla uzanan böylesine uzun soluklu evrimsel süreçleri de hesaba katmalıdır. Bu olgu çok daha geniş bir bağlamda anlaşılabileceğinden, ciddi araştırmacıların dikkatlerini tek bir günden yani bitiş tarihinden çekmeleri gerekecektir. Bu perspektiften bakıldığında özellikle de birçok Amerika'lı “2012 uzmanının” kendilerini, yakında vizyona girecek olan 2012 adlı Hollywood filmiyle benzer bir şekilde, tek bir günle yani Aralık 21'le ilişkilendirdikleri kutupların yer değiştirmesi, galaktik hizalanma, volkanik patlama, göktaşı yağmuru, güneş ışını yayılımı gibi bir dizi fiziksel olaya veya bu tek günde olabileceklere dair (çoğunlukla da sağlam bir dayanağı olmayan) bir takım fikirlere adamış olmaları bir problem olarak görülmektedir. Özellikle de Tortuguero Anıtının ışığında, böylesi fikirlerin tüm mantıksızlığı gösterildikten sonra Maya takvimi adına bu Anıtla tutarlılığı olan evrimsel bir modeli dikkate almalarının zamanı gelmemiş midir? “2012” meselesi uzun bir süredir sahte bilimin oyun alanı olagelmiştir ve hiçbir dayanağı olmayan birçok “tek gün” iddası da Maya Takviminin bitiş tarihi senaryosunun gerçekten de insan bilincini etkileyen süreçler neticesinde meydana gelen sosyo-ekonomik dönüşümlerden ibaret olduğu gerçeğini bulandırmaktadır. Nasıl olsa bu, yalnızca gözlemcisi olacağımız jeolojik ve astronomik olaylarla ilgili olmaktan çok, bizim yeni bir dünyanın doğuşunu nasıl birlikte yarattığımıza ve de insanların kendilerine bağlıdır. Önceden de belirtmiş olduğum gibi 28 Ekim 2011'i savunan hiç kimsenin bu tarihin “dünyanın sonu” olduğunu savunmamış veya asla savunma meyli göstermemiş olmasının bir sebebi vardır. Bu sebep, bu tarihin organik olarak evrimsel bir süreçten doğmuş olması ve de hiçbir gerçek veya gerçek görünümlü fiziksel veya astronomik olayla ilintili olmamasıdır. Bu tarih yalnızca evrenin, başlangıcından itibaren dokuz önemli kuantum sıçrayışından sonra en yüksek enerji düzeyine erişecek olmasıdır. Bundan ötürü bu tarihin dünyanın sonu anlamına gelmesi için hiçbir sebep yoktur. Bolon Yookte'nin yeryüzüne tamamen inmesi sadece evrimsel bir tamamlanma noktasıdır. Öte yandan tekil 21 Aralık 2012 tarihiyle ilişkili olduğu iddia edilen birçok olay göz önünde bulundurulduğunda, dünyanın sonuyla ilgili spekülasyonlara davetiye çıkarılması hiç de şaşırtıcı değildir. 

Bitiş tarihinin kutupların yer değiştirmesi veya gamma ışını patlamalarıyla ilgili olduğunu öne sürdüğünüz taktirde, insanların bunun dünyanın sonu olduğunu düşünmesinden doğal ne olabilir ki? Fiziksel olayları öne sürmek, gerçekleşmek üzere olan asıl dönüşüme dair popüler medyanın korku ve ümitsizlik yaratmasını istemek olacaktır. Bundan ötürü, tek bir günde meydana gelecek olaylardan değil de, dokuz evrimsel kuvvet bileşkesinin tamamlanışından yani Bolon Yookte Ku'dan söz eden eski Maya'ların anlayışlarından edinilecek kazanımların gözardı edilme durumunda geniş kitlelerin acı çekeceğini düşünüyorum. 21 Aralık 2012'e odaklanan tüm bu kafa karıştırıcı bilgiye rağmen insanların gerçek bitiş taihi olan 28 Ekim 2011'le hizalanmaya başlayacakları hissindeyim. Bunun, insanların enerjik bitiş tarihinin mantıksal olarak 13.13.13.13.13.13.13.13.13.13 Ahau (Işık) olduğunu düşünmelerinden dolayı, veya Hıristiyan Kilisesinin İsa'nın doğum gününü 25 Aralık olarak uydurması gibi 4 Ahau'nun da politik oyunlarının bir ürünü olduğunu fark etmeleri ile olacağını sanmıyorum. Bunun yerine insanlar 28 Ekim 2011 tarihini kabul edecekler, çünkü bu tarihe göre olan ve kendilerinin de deneyimlemekte oldukları özellikle sosyo-ekonomik alanda gerçekleşen enerjisel dalga hareketlerini görmezlikten gelemeyecekler. Yine de yeni bir dünyanın doğuşunu bilinçli olarak birlikte yaratmak isteyenler için, kozmik enerjilerin 28 Ekim 2011'e kadar nasıl bir seyir izlediğinin bilgisi önemli bir araç olacaktır. Bunun tek sebebi böylesi bir bilginin yoksunluğunda yeni bir dünyanın nasıl doğacağı ya da bunun nasıl zamanlanmış olduğunun bilincine varılamayacak olmasıdır. Bu enerjilerin aktivasyonu ve bunların Galaktik ve de Evrensel Altdünya'daki hazırlık süreçleri her zaman olduğu gibi çok kesin bir tarihte gerçekleşecektir. Ta ki Bolon Yookte veya Dokuz Altdünya tezahür edercesine “gökten yere inip”, tamamıyla tezahür edip, bir barış milenyumunun temelini atıncaya yani Çağların Değişiminin sonunu getirinceye kadar. 

 19 Ağustos 2009 (6 Ahau), Seattle Carl Johan Calleman Çeviri: Ayşegül Özpınar Düzelti: Fatih Keçelioğlu

Kozmik Enerji Uygulayıcı Eğitimi Dereceleri








Kozmik Enerji Uygulayıcı Eğitimi Dereceleri

1. derece – SEMİNERE + KORUMA TEKNİKLERİNE katılma

2. derece – Farun Buddha kanalına (frekansına) inisiye olma

3. derece – Firast ve Zevs kanallarına (frekanslarına) inisiye olma

4. derece – Midi ve Gektas kanallarına (frekanslarına) inisiye olma

5. derece – 42 kanalın tamamına (frekansına) inisiye olma

6. derece – MASTER’lığa inisiye olma

7. derece – MAGISTER’lığa inisiye olma

*Zoroastrian egregoruna İnisye olma

*PROGRESSOR Derecesi - Özel Kursu ve yaşamsal şifa tecrübesi

UYARI: İşbu BLOG içerisinde yer alan bilgi ve uygulama teknikleri tedavi amacı taşımamaktadır. Söz konusu bilgiler bu tekniği öğrenmek için eğitime katılan katılımcıyı bilgilendirmek amaçlı olup sağlık hizmeti niteliğinde değildir. Verilen bilgiler hiçbir şekilde tanı ve tedavi amaçlı kullanılmamalıdır. Tanı ve tedavi mutlaka bir doktor tarafından yapılması gereken son derece ciddi bir işlemdir.

Her türlü hastalık ve sair tedavi gerektiren sorunlar için doktora danışılmalıdır.






23 Mayıs 2014 Cuma

İkiz Ruhlar - Eş Ruhlar


Tanrısal kaynağa geri yükselmekteyken hayatımıza giren pek çok eş ruh ile karşılaşacağız. Bunlar aile üyeleri, samimi olduğumuz insanlar olabilir. Ya da tamaksine anlaşamadığınız kişiler olabilirler. Her biri yüzleşmeniz gereken bir parçanızı size göstereceklerdir. Her biri sizin tanrısallığınızın yansımasıdır ve size genişleme ve büyüme imkanı yaratacaklardır. Bazıları ömür boyu sizinle kalacaklar veya işleri bitince gideceklerdir. Her eş ruh ruhsallık yolunda ruhunuzun yönünü tayin edici etki yapacaktır. Benzer titreşimdeki bir grup ruha ruhsal grup denir. Bunlar birlikte enkarne olurlar ve aynı karmalar üstünde birlikte çalışırlar. Ruh grupları birbiriyle karışabilir ve son çözümde tüm insanlık bir ruh grubudur. Aile ruh grupları, kültürel gruplar ve ırklara, cinsiyetlere vs. dayalı gruplar olabilir. Enkarnasyonunuzla ilgili her şey üyesi olduğunuz gruba göre belirlenir. Enkarnasyonlar boyu tekamül ederken ruh grubunun üyeleri, eş ruhlarla yer değiştirmeye başlar ki her yeni gelenin titreşimi bir öncekinden daha çok size benzeyecektir. Bu eş ruhların en sonuncusu kendi ruhunuzun bir parçası olacak sonsuz barış ve neşeyi fiziki dünyaya getirecektir. Bu aidiyetin ve güvenin derinden hissedildiği bir ilişki olacaktır. Bu sadece kişi kendi içinde denge ve barışı kurduğunda gerçekleşecektir. Kişi pek çok karmik dengesizliğini çözdükten sonra ancak enkarnasyonlarının sonuna doğru kendi ruh parçası ile karşılaşır. Bu "her şeyi" içeren bir ilişkidir ; eş, en iyi arkadaş, sevgili, en güvenilir dost, vs. Çünkü enkarne olmuş iki ruh arasındaki en mükemmel dengelenme sonucu oluşur. Ruhun son enkarnasyonunda kişi, ikiz ruhu ile karşılaşır. Bu kişinin kendi içindeki kutupluluğu bütünlemesi, ortadan kaldırması için bir fırsattır. Bütünlüğe dönüşe bir fırsat sağlamak üzere iki ruhsal enerji mıknatıs gibi birbirine çekilecektir. Her ikiz ruh çifti ilk karşılaşmalarında bütüne dönmeyi başaramayabilirler. Pek çok faktörün etkisinin yanı sıra kalan tüm karmaların aşılması ve temizlenmesi gerekir. Aslında bu temizlik ve diğer hususların başarılması tamamen, bütünlüklerine uyanmakta olan ikiz ruhların mevcut enkarnasyonlarını feda edecek kadar tanrısallıklarına ulaşmayı isteyip istemediklerine bağlıdır. Yapılan seçimlere bağlı olarak, ikiz ruhlardan birisi büyümeye ve yolunda ilerlemeye devam ederken diğeri buluştukları noktada kalabilir. Fiziki ortamda birlikte olsalar da olmasalar da ikizlerden birinin büyümesi her zaman diğerinin tekamülünü hızlandıracaktır. Aşağıda ilişkilerin daha detaylı bir açıklaması verilmiştir.

İkiz ruhlar : Fiziki bedenlerimizi almadan önce enerji boyutunda androjen (hem erkek hem dişi) varlıklardık. Bütünlüğü ve dengeyi kendi içimizde deneyimliyorduk. Fiziki boyuta maddeyi deneyimlemek üzere gelirken burada var olmak için kutuplaşmaya ihtiyaç duyuldu. Bu bölünme bizim içsellik ve dışsallık yönlerimizde de gerçekleşti. İçsel yönümüz dişi yarıyı ve dışsal yanımız eril yarıyı oluşturdu. Fiziksele indiğimizde iki karşıt enerji olarak var olduk, erkek ve dişi olarak. Diğer yarımız ikiz alevimiz ya da ikiz ruhumuz olarak adlandırılır. İkiz ruhunuz sizinle benzer titreşime sahiptir, görünüş olarak sadece madalyonun öbür yüzüdür. İkiz ruhların karşılaşması çok nadiren gerçekleşir çünkü ancak fiziki enkarnasyonlarının sonuna gelen ikiz ruhlar karşılaşırlar. Dünyanın artan titreşimi her şeyi hızlandırmaktadır ve sonuç olarak şimdi eskiden hiç olmadığı kadar çok ikiz ruh karşılaşmaktadır. Aynı zamanda kişinin ikiz ruhuna Kundalini yükselişi esnasında rastlaması da mümkündür. Bu durumda, ikiz ruhların karşılaşması kundalini enerjisini güçlendirecek ve erkek ve dişi enerjilerin içsel olarak birleşmesi dışsal deneyim olarak yaşanacaktır. Bu ikiz ruhların karşılaşmasının mutlaka kundalini yükselişi ile bağlantılı olması anlamına gelmez. İkiz ruhların karşılaşması tanrısal bir karardır. Her ruh yaşaması gerektiğinde yaşayacaktır. Eğer ikiz ruhunuzun ve sizin fiziki ortamın yasakladığı bir şeyi enerji boyutunda yaşamanız gerekiyorsa, Tanrı bir yolunu bulacak ve yaşanması gereken yaşanacaktır. İkiz ruhların fiziki boyutta gerçekten karşılaşmalarından yıllar önce etherde karşılaşmaları çok rastlanan bir olaydır. Pek çok insan eş ruh ve ikiz ruhu birbirine karıştırır. İkiz ruhun karşılaşması yarattığı çekim nedeniyle kuşku götürmez. Kişinin kalmış karmik tortuları temizlenmek üzere, tam kutupsal karşıtı tarafından yaratılan büyük enerji vakumu ile yüzeye çekilince vücutta hissedilen çok yoğun enerji akışı nedeniyle hatırlama-tanıma çok kuvvetle meydana çıkacaktır. Kişi ikiz ruha hayal edilenin ötesinde bir kuvvetle çekilir ki bu daha önce hissedilmiş hiçbir çekime benzemez. İkiz ruhların karşılaşması somon balıklarının akıntı yukarı yüzmelerine benzer bir içsel bilişi uyandırır; her şeye rağmen mutlaka yapılması gereken bir yolculuktur. İkiz ruhların karşılaşmasından doğan güç her ruhun kendi içindeki eril-dişil dengelenmesini başlatır; bu ikiz ruhların karşılaştırılmalarındaki ana sebeptir. İkiz ruhların karşılaşması için kullanılacak en hafif sözcük "Yoğun"dur. Söz konusu olan filmlerdeki gibi bir romantizm değildir. Kişinin ikiz ruhu ile karşılaşmasının kafalardaki "Sonsuza kadar mutlu yaşadılar" senaryosu ile ilgisi yoktur. İkiz ruhların karşılaşmalarındaki ana sebep; yeniden androjen (tam ve bütün) olmak üzere yükselirken içinizdeki karşıt kutupları enerji olarak kaynaştırmaya yardımcı olmaktır. İkiz ruh ilişkileri Evrendeki her şey ile aynı enerjik ritme sahiptir. Yani, genişler ve büzülür. İlişki içinde bu cezbedilme ve geri püskürtülme (çekim ve tiksinme) olarak deneyimlenir. Genellikle enerjiler kaynaşırken ikiz ruhlar çok yoğun bir çekim hissederler daha sonra kaynaşan enerjileri tanır ve dengelerken ise uzaklaşırlar. Bu ritim pek çok kere tekrarlanır ve her defasında büyük ruhsal kargaşalara ve hasarlara yol açar. İkiz ruhlar genellikle benzer fiziki özellikler taşırlar, iki tutkulu aşıktan çok kardeşlere benzerler. Bağları çok derin ve fiziksel alemin ötesindedir. İkiz ruhlar karşılaşarak enerjik bütünleşmelerini yaşamak üzere enkarne olduklarında, karşıt kutuplaşmayı bütünleyebilmek için birbirlerine karşıt enerjiyi yansıtabilmek üzere mutlaka erkek ve kadın olarak enkarne olurlar. Aslında bu tüm kadın-erkek birlikteliklerinde böyledir ama ikiz ruhların ilişkileri kıyaslanmayacak ölçüde yoğun yaşanır. İkiz ruhların fiziksel ortamda birlikte olmalarını engelleyecek bir durum olması çok yaygındır (Örneğin birisi evlidir). Bu zorluk kazara yaratılmamıştır. İkiz ruh karşılaşması kişinin tüm enerji blokajlarının kırılarak, kişinin bilincinde ilahi ve dünyevi olanın kaynaşmasına imkan sağlamak niyetiyle olur. Sonuçta kendi içinde tamamlanmış, enerji düzeyinde androjen (tam ve dengeli) kişi ortaya çıkacaktır. Bu sonuca giderken kişi inanılmaz zorluklarla karşılaşır, yoğun ve acılı teslimiyetler yaşar ve her bilgisi, inancı ve kalıbı sarsılır, yıkılır. Kaynağımıza dönüş; ne güçsüz yürekler ne de dışsal sevinçler ve dünyevi mutluluklar arayanlar için değildir. Eğer ikiz ruhunuzla karşılaştıysanız veya karşılaştığınızı sanıyorsanız unutmamanız gereken şudur; Tanrı sizi onunla dünyevi bir "Mutlu aşk hikayesi" yaşamanız için karşılaştırmadı. Siz onunla; kendi içinizdeki bütünlüğünüzü keşfederken içsel dengenizi kurmak ve sürdürmek için karşılaştınız. Eğer ikiz ruhunuzla ilişkinizde veya diğer ilişkilerinizde zorluk yaşıyorsanız acıları ve zorlukları kabul edip tanrıya teslim olmaya devam edin. Gerçeğin ışığının içinizde parlaması için yardım isteyin, durumu ruhsal tekamülünüz için ve kendinizi tanımak için bir fırsat olarak görün. Her şey olması gerektiği zamanda , ilahi plana uygun olarak hallolacaktır. Odağınızı tanrıdan ayırmayın. Ruh ikizinizin sizde çok derin duygular ve sevgi uyandırması doğaldır, ikiziniz sizin içinizde olduğunu bilmediğiniz noktalara dokunacak ve onları harekete geçirecektir. Bu çok karmaşık ve acı dolu olabilir, özellikle eğer ikiz ruh ilişkisine günün birinde "Mutlu aşk hikayesi"ne dönüşecek romantik bir anlam yüklemek niyetindeyseniz. Öyle değildir. Basitçe açıklamak gerekirse bu sadece tanrıya yürürken atılan bir diğer adımdır.

Eş ruhlar : İkiz ruhlar bölündükten sonra her bir ayrılmış parça kendisini enerji olarak tamamlayacak başka bir ruhla eşleşir. Bu yeni ruh, ruh ikizleri gibi tam zıt değildir, karşı cinsin kutupsallığına sahiptir ama benzer titreşimdedir. Bunlar fiziksele gelen esas eş ruhlardır. Eş ruhlar birbirlerini dengelerler ve birbirlerine eksik olan fiziksel deneyimleri getirirler. Eş ruhlar, ikiz ruhlar gibi karşıt kutupların kaynaşması için katalizör olarak çalışmazlar tam aksine sizin kendi enerjinizi dışarıdan dengeleyen ve dinginleştiren bir oyun arkadaşıdırlar. İşte bu, bizim insan gözüyle "Mutlu aşk hikayesi" tarifimize en çok uyan ilişki modelidir. Kolayca kurulmuş, dışsal temellere dayanmayan derin bir bağdır. Esas eş ruh çifti birbirini enerji olarak onurlandırır ve dengeler. Birisi dünyevi ve dışa dönük iken diğeri daha içsel ve ruhsaldır.

Özet : Tanrısallığımıza geri yükselirken, ondan uzaklaşırken yaratılmış yolu geri yürürüz ve yolda pek çok formdaki benzer enerjiyi kendimize çekeriz. Geri dönerken, nihai olarak ikiz ruhumuzla ve esas eş ruhumuzla karşılaşmadan önce pek çok eş ruh (oyun arkadaşı) ile rastlaşırız. Her kişi sonunda ruhsal büyümenin bir parçası olarak bu deneyimi yaşayacaktır. Muhtelif seviyelerdeki eş ruhlarınızla deneyimleyerek bütüne doğru tekamül ederken pek çok ilişkinin sona ermesi doğaldır. Bunlar arkadaşlar ve hatta artık enerjisi uygun olmayan aile üyeleri olabilir. Tekamül etmiş bir ruhun karakteristik özelliklerinden biri tüm ilişkilerinde barışı yaşıyor olması ve bu barışa katkı sağlamayacak ruhlarla ilişkilerde yer almamasıdır. Bütün ilişkiler, devam eden ruhsal büyüme esnasında, tanrıya odaklanmış ve sürekli > genişleyen teslimiyet içinde geçip giderler. Kişi sonuçta ruhsal (benzer enerjili ruhlarla) ilişkilerde huzur bulur. İsa bu sebeple pek çok kereler ruhsal ailenin fiziksel aileden daha önemli olduğunu vurgulamıştır. Sizin bir kişiyi eş ruh ya da ruh ikizi diye etiketlendirmeniz önemli değildir. Önemli olan, karşınıza çıkan her ilişkiyi, mümkün olan en yüksek kapasitenizle sevme ve tanrıya adanma fırsatı olarak değerlendirmenizdir. Dünyevi ilişkilere fazla odaklanarak yan yollara sapmayın. Arzu ettiğiniz ilişki sadece siz kendi içinizde mutlu ve doygun olduğunuzda size gelecektir. Bütün eş ruhlar ve ikiz ruhlar bir tek sebep için vardırlar ve o tek sebep de her şeyin Bir olduğu, gerisinin illüzyon olduğunu size öğretmektir. Bu Birlik realitesine tekamül ettiğinizde tüm ilişkileriniz tanrının gerçek barış ve sevgisini yansıtacaktır.

Alıntıdır..