Gökten Gelen Işıktan, Yeryüzündeki ve Yeraltındaki Işıklara Selam Olsun..

20 Ekim 2015 Salı

AFFETMEK NE DEMEKTİR ? AFFETMEZSEK NE OLUR?





AFFETMEK NE DEMEKTİR ? AFFETMEZSEK NE OLUR?http://kozmikterapi.blogspot.com.tr/2015/10/affetmek-ne-demektir-affetmezsek-ne-olur.html

Affetmek, başkalarının yarattığı koşullardan ve yanlışlardan dolayı kendimize acı vermeye, ya da başkasının bize acı vermesine izin vermemize son vermek demektir.

Affetmek, bir kesiftir… Bir yanlışı silmek değil, affettiğimiz kişiyle aramızdaki benzerliği keşfetmektir.

Affetmek unutmak değildir.. Geçmiş unutulmaz.. Unutmamalıyız da.. Ama geçmişte yapılanların yıkıcı etkisini ortadan kaldırmaktır. Artık acıyı hissetmemektir.

Affetme süreci, yas tutma sürecidir.. Kişi affetse de kaybetme duygusunun ve yaralanma duygusunun acısını hissedebilir. Onarım zaman gerektirir.

Affetmek yapılanları onaylamak, hoş görmek değildir.. Yapılanları önemsiz farz etmek, örtbas etmek, yapılanların kötü olduğunu geçersiz farz etmek ya da o kişinin hakli olduğunu zannetmek de değildir.. Tam tersi “yapılanlar kotuydu.. İncitti ” diyerek ve yüzleşerek yola çıkılır.

Affetmek o kişiye kendimizi daha büyük hissettirerek onu bize karşı borçlu kılmak ta değildir.. Bu bir ego oyunu olabilir ancak.
Affetmeyi seçtiğimizde kimse bize borçlanmayacaktır. Diğer insanin da affetmesini, özür dilemesini, değişmesini ve
Bizim istediğimiz gibi olmasını beklemeyeceğiz. . Çünkü biz ancak kendimizi kontrol etmeye muktediriz..
Bir başkasının seçimlerini kontrol edemeyiz. Böyle bir gücümüz yok..

Affetmek fedakarlık değildir.. Katlanmak hiç değildir.. ” iyilik perisini” oynamak ta değildir.

Affetmemiz için illa o kişiyi anlamamız gerekmez.. Olayları illa hatırlamamız da gerekmez.

Affetmek o ana mahsus bir durum değildir.. Bir süreçtir.. Zaman içersinde sabırla yavaş yavaş olur.

Affetmek bir secimdir.. Amaç bizim öz mutluluğumuz, rahatlamamız, özgürleşmemiz, hastalanmamamız ve hayatimizi sağlıklı ve mutlu yaşamamızdır.

Affetmek, o kişiyi sevmek değil, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil,
O kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil,
O kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil,
O kişiyi suçsuz ya da hakli bulmak değildir.

Affetmeyi gerektiren her yara ve travma, içinde önemli bir dersi de barındırır.
Dersi görebilmek için yarayı yeniden deşmemiz, yüzleşmemiz gerekebilir. .
Cesurca bunu yapmalıyız.. Zira affetmenin gerçek yolu buradan gecer.

Affetmek öfke ve intikama yatırım yapmaktan vazgeçmektir.
Affetmek kendimize verdiğimiz en büyük armağandır..
ACI, öfke ve çaresizlik hislerinden özgürleşmektir. .. Geçmişe değil, şimdiye ve geleceğe yatırım yapmaktır.

Affetmek kendini yiyip bitirmek ya da kişiye bedel ödetmek yerine, var olan enerjimizi kendimizi geliştirmek için kullanmamızı sağlar.

Gerçek affediş, mazeret uydurmak ta değildir.. ” annem babam yapabileceklerinin en iyisini yaptılar.. Naapsinlar.. Ah canim benim” demek te değildir.

Öfke ve affetmek birbirinin zıttı değildir. Üzerinde birlikte çalışılması gereken olgular ve duygulardır.

Affetme süreci nasıl başlar?… Nasıl affedebiliriz?

1) Önce acıyı, travmayı kabul etmek ve yüzleşmeye kendimizi hazır hissetmek

2) Kendimizi tanımak, bu süreç içersinde bir yandan kendimizi affetmeye de başlamak

3. Basamak: sınırlarımızı çizmek.. Kendimize güvende hissettiğimiz bir alan yaratmak…
Yanı ” tamam.. Bugüne kadar yaptığın yanlıştı.. Kotuydu.. Bana acı verdi..
Ama artık dur.. Bundan sonra buna izin vermiyorum.” diyebilmek ve bu sınırı koymaya karar vermek.

4) Kendi duygusal tepkilerimizle yüzleşmek.. Değişecek olan diğer insan değil, biziz..
Yanı beklenti ondan değil, kendimizden.

5) Öfkemizi kullanacağız. .. Önce kendi öfke ve çaresizlik hislerimizi fark edeceğiz. .
Öfke enerjimizle sınırlarımızı yeniden belirleyeceğiz.

6) Affetmenin kısa yolu, sihirli tarifeleri yoktur.. Bir süreçtir,, sabır gerekir.. Herkes için farklı yaşanır.

7) Objektif olarak bize acı veren durumla yüzleştiğimiz zaman, derin bir mutsuzluk ve yoğun bir öfke,
Korku hislerinden sonra gerçek uyanış başlar ve yeniden sevme gücünü kazanma sansını elde ederiz.

8) Bütün bunları yapmadan affetmeye çalışmak sağlıklı ve yararlı olamaz.
Eğer biz bır cesaret yüzleşmezsek,
Travma kendini değişik kılıflarda, obje değiştirerek yine karşımıza çıkarak tekrarlayacaktır. .
bazen de ” marazı ask” kılıfı altında çıkacaktır karsımıza..
Marazı ask, çocuklukta yarım kalmış öfke ve obsesyonun erişkinlikte yeniden yaratılmış halidir.

9) Duygularımız bilinç altımızın tercümanıdır. .
Duygularımızı dinlemeyi anlamayı öğrenmeliyiz ve duygularımızın rehberliğine izin vermeliyiz..
Acılarımızı dolu dolu yasamadan yapılan affedişler gerçek affediş değildir,
Affettiğimizi söyleriz ama acı bilinçaltına gömülür,
Hiç olmadık yerde hiç olmadık şekillerde farklı objelere yansımalarla patlamalar yasarız..
Bu da bize zarar verir.

10) Affettikçe bir zamanlar gözümüze canavar gibi görünen insanın gittikçe boyutu gözümüzde küçülür…
Bizi bilinçli kırmaya çalışan ya da kotu niyetli davranan, zarar veren kişi
Zaten kendi yarattığı cehennemi yaşamaktadır.
Zaten yaşamında mutlu olsa, kendiyle barışık olsa hiç bunları yaparmı?
Başkalarına zarar verme güçsüzlerin, sevecenlik, affedicilik güçlülerin işidir.

11) Çocukluk döneminin travmalarıyla yüzleşmek çok önemlidir..
Yoksa eşimizle olan yaşantımızda, patronumuzla ilişkilerimizde hemen aynı sorunlar karsımıza çıkıverir..
Örn: çocuğunu sevgiyle boğan kontrolcü ebeveyn,
Kendi doğrularını empoze etmeye çalışan mukemmeliyetçi ebeveyn,
Babaların yonettiği yaşamlar sevgi nefret ilişkisi yaratabilir. .
Bunları bastırmaya çalışırsak ruhsal gelişimin yolunu tıkarız…
Derken önce ruh hastalanır.. Sonra beden.

12) Gerçek affediş, zarar veren kişi için ” sen kendi öfkeni kusuyordun ama bu bana zarar veriyordu..
Artık bana zarar veremezsin.. İzin vermiyorum.. Bitti..
Artık benim üzerimde hiçbir gücün yok. Ben özgürüm.” diyebilmek, hissedebilmek ve karar vermektir.

13) Öfke enerjisinin görevi bize yeniden sınırlarımızı belirlemek gücünü vermektir..
Onun için ikisi aynı süreç içerisinde yaşanır..

14) Acıyı ilaçlarla uyutmaya ve gömmeye çalışmak bir tedavi yolu değildir..
Kendimize yönelik işlediğimiz bir suçtur..
İlaç tedavi etmez sadece semptomları geçici olarak bastırır..
Kökten iyileşme ancak farkındalıkla ve kendini derinden tanıma sureciyle olur..
Bedensel hastalıklar da duyguların hastalığıdır. .
Tedavisi yine duyguların açığa çıkmış enerjisi ile sağlanır.

15) Duyguları ifade etmek bastırmaktan daha sağlıklıdır. .
Ama ideal yol, duygularımızı rehber alarak, onları kanalize edebilmektir. .
Duygularımızı bastırırsak kendimize zarar veririz..
İfade edersek karşı taraf incinebilir. .
Ama kanalize eder yani yüzleşerek sınırlarımızı net bir şekilde çizersek, bu zarara izin vermemiş oluruz.

16) Affettiğimizi nerden anlarız ?
Artık o insandan korkmuyorsak, özellikle de onun da iyileşmesi için duacı isek,
Başına kötü birşey gelsin ya da mutsuz olsun beklentisinde değilsek,
Ve o kişiyi kendisiyle başbaşa bırakabiliyorsak,
O kişinin adı geçtiğinde artık yüreğimizde acı hissetmiyorsak, bilelim ki affetmişiz..
Lütfen bunu farkettiğimiz gün kendimizi kutlayalım..
Ama unutmayalım ki bu bir süreçtir.. Yas sürecidir.. Zaman ve sabır gerekir.. Zoru başarmaktır.

17) Affetmek kimseye yaptığımız bir iyilik ya da yücelik hali değildir…
Sadece kendi ruhumuzu tedavi etme ve iyileştirme sürecidir..

Peki affetmezsek ne olur??

Sürekli bir güçsüzlük, acizlik duygusu içinde oluruz.. Kendimizi sık sık kurban ilan edebiliriz..
Çaresizlik yakınmalarımız hep değişik objeler aracılığıyla gündeme gelir.
Zira tüm onları yapan “kötü kişi ” olacağı için biz otomatik olarak “iyi kişi” konumunda oluruz.
Affetmediğimiz surece içimizde derinlerde devamlı bir haddini bildirme arzusu, intikam duygusu,
Gurur, kıskançlık, pişmanlık, kendimizi hep hakli gösterme çabası, zannedilen bir reddedilmişliğin incinmişliği,
Sevgisizlik, affedemeyeceğine inanma, obur kişinin mutluluğunu istememe gibi negatif duygular içersinde olunur.

Veeee tüm bunların sonucunda:
Hayır deme zorluğu, yani kendi bireysel sınırlarını koyamama,
Farkında olmadan kendini cezalandırma ( çünkü bu duygular, arzular ve hırslar bilincin derinliklerinde “suçluluk hisleri” yaratacaktır ve bilinçaltı ” suçlular cezalandırılmalıdır ” komutu verecektir.)
Güzelliklerden mahrumiyet ve utanç
Zarar verici ilişkiler
Dürtüsel, zarar verici davranışlar
Bağımlılıklar
Kazalar
Hastalıklar
Depresyon
Yabancılaşma, yalnızlık
Büyüyememe
Risk alamama
Mutlu aile kuramama
Başkalarının hayatlarını yaşama vs. vs. olacaktır
Hiçbirşey için geç değildir!
Hepimize affetme gücü diliyorum..

Alıntı / Dr. Şule Tokmakçıoğlu 

Sinirlerinizi Güçlendirme Teknikleri






Sinirleri Güçlendirme Teknikleri

Zihnimizi zorladigimizda çesitli kimyasal reaksiyonlar sonucu beyindeki sinir uçlari uyarilarak yeni hücrelerin yapilandirilma…si saglanir. Yani beynimizin bir kas gibi çalistigini düsünün. Ne kadar fazla çalistirirsaniz o kadar çok güçlenir. Halk dilinde buna \”kafayi çalistirmak\” denir. Çalismayi biraktiginiz an kasta sarkmalar, güçsüzlesmeler, beyin hücrelerinde \”toplu ölümler\” baslar.

Agrilar nimettir, vücutta ortaya çikan rahatsizliklari haber veren alarm sistemleridir. Saglikliyken iç organlarimizin çalistigini fark edemeyiz. 5 duyumuz ve iç organlarimizdan beyne bilgi götüren, beyinden gerekli emirleri getiren sinir telleri vücudumuzun mükemmel çalismasini, böylece hayatimizi devam ettirmemizi saglar. Beyne vücudun çesitli yerlerinden bilgi götüren sinir tellerinden bir kismi istihbaratçi gibi çalisarak islerin yolunda gidip gitmedigini haber verir. Bu istihbarat birimlerine ‘Jeed back\” devreleri denir. Bunlardan gelen istihbarat bilgilerine göre gerektiginde beyinden organlara çalisma tempolarini normalde tutacak yeni emirler gönderilir. Mesela vücut isimiz 36-50 olmasi gerekirken dis tesirler sebebiyle yükselince feed back devreleri derhal beyne haber verir. Beyin aldigi bilgileri degerlendirip isiyi normale indirmek için ter bezlerini faaliyete geçirir. Yine hücrelerdeki besin miktarinin düstügünü farz edelim. Bu durumda kandaki seker orani da düser. Feed back devreleri vasitasiyla kandaki seker oraninin düstügünü haber alan beyin, adrenalin salgi bezlerini faaliyete geçirir. Depo halindeki yedek seker kana verilerek kan sekeri seviyesi normale çikarilir. Hastalik sirasinda beyin düzeltemeyecegi durumla karsilasinca hastalik mikroplarinin veya baska sebeplerin zarar vermeye basladigi bölgeye agri mesajlari göndererek bizi uyarir. Biz de agrimizi dindirmek, hastaligimiza çare aramak için doktora kosariz.

Sinirleri güçlendirme teknikleri:
1. Yeni bir dil ögrenmek.
2. Ezber yapmak.
3. Yeni bir kitap okumak.
4. Beyni oksijensiz birakmamak maksadiyla temiz havada bulunmak. Beynin de oksijene ihtiyaci var. Oksijen beyin kan dolasimini artirarak hücrelerin yenilenmesini, dolayisiyla hafizayi güçlendirir. ister spor yapin, ister yavas tempolu bir yürüyüs. Beyin hücrelerinin oksijen ihtiyacini karsilamak için günde en az 20 dakika temiz havada bulunmak sart.
5. Düzenli uyku. Ayni saatlerde yatip kalkma aliskanligi edinin. Bu biyolojik ritminizi düzenledigi için beyin hücreleri üzerinde olumlu etki yapar. Uykudan önce 30 gr. tavuk, balik, tofu (soya peyniri) bir limonla ya da yogurtla birlikte yenmeli. Kisinin uyku bozuklugunun oldugunu anlamak için birkaç belirtiye dikkat etmek yeterli. Sabah yorgun uyariyor; unutkanlik, yorgunluk, konsantrasyon bozuklugundan yakiniyor; son zamanlarda daha çabuk sinirleniyor; kolay kilo veremiyorsaniz; tansiyonunuz kolay düzenlenemiyorsa sebep uyku bozuklugu olabilir.
6. Sindirim sisteminizi yoran yiyeceklerden uzak durmak.
7. Asin stresten kaçinmak. Hep stres altindaysaniz, bir ruh hekiminden yardim alin. Stres her tasin altindan çikiyor. Vücudun bir numarali düsmani stres beyne de zarar veriyor. Hücrelerin erken yaslanmasina ve ölmesine sebep oluyor. Bu yüzden çok yogun çalismak, psikolojik travma gibi agir stres dönemlerinde unutkanlik artiyor.

Stresle etkili mücadelede varilan son nokta:
Stresinizi sevin!
Stresi önlemek mümkün degil ama azaltmak mümkün.
Stresten kurtulmanin en etkili yolu B vitaminidir.

Sinirleri güçlendiren sifali bitkiler ve gidalar:
– B vitamini: Sinirlere iyi gelir; findik, et, yesil sebze, patates ve muzda bulunur. Çok sinirli hissettiginizde bir avuç yer fistigi, ceviz yiyin. Sinirleriniz gevser.
– Tabii gidalar: Sarimsak, nane, vanilya, elma gibi tabii besinler de sinirleri güçlendirir.
Elma sirkesi-bal karisimi: Kalbi ve sinirleri güçlendirmek için düzenli elma sirkesi bal karisimi alinmasi tavsiye edilir.
– Akdiken suyu: Bir yudum akdiken suyu yasli kalbi takviye eder. Hiçbir zarar vermeden kalp damarlarindaki kanin rahat dolasimini saglar. ihtiva ettigi yüksek miktarda potasyum zehirlerden arinir, dengeli su kullanimi saglar. Bu durumdan bilhassa kalp kaslari, damarlari ve sinir hücreleri faydalanir.
– Findik: Sinirleri güçlendirir. B vitamini disinda HGH hormonu olusumunu tetikleyen proteinler ihtiva eder.
– Anason: Yatistirici, rahatlatici, spazm çözücüdür. Uykusuzluga etkilidir. Sinirsel mide, bagirsak gazlari, kalp çarpintilarinda kullanilir. Sakinlestiricidir. Bas agrilarini giderir.
– Basalban: Bas dönmelerinde çarpinti, uykusuzluk, migrende önemlidir. Ruhi yorgunluk ve hafiza zayifliginda kullanilir, vücut direncinin artmasina yardim eder. Sinir ve sindirim sistemini uyarir. Kan dolasimini hizlandirir.
– Karabas lavanta: Agri kesici, sinirsel bas agrisini dindirici, yüksek tansiyonu düsürücü etkisi vardir. Yatistiricidir, sinirleri ve kalbi güçlendirir.
– Melissa: Huzursuzluk, sikinti gibi vücuttaki halsizlik belirtilerini tedavi eder. Sinir sisteminden kaynaklanan bas agnlarini giderir. Kasilmalara karsidir, uykusuzlugu giderir, sakinlestirir, migrende etkilidir.
– Serbetçi otu: Rahatlaticidir, uyutucu, nefes açici, sinirsel mide agrilarini giderici, sindirimi kolaylastiricidir. Bedeni güçlendirici bir toniktir. Merkezi sinir sistemi üzerinde uyarici etki yapar.
– Kedi otu: Yatistirici, stres gidericidir. Sinirsel yorgunluk, heyecanlanma, kalp çarpintilari önler. Spazm çözücüdür; ruhi bozukluklar, sinir kökenli bas agrilari, migrende kullanilir.
– Lavanta: Sinirleri yatistiricidir, spazm çözücüdür, depresyonla ve stresle ilgili bas agrilarinda iyilestiricidir. Bitkinlik ve güçsüzlükte merkezi sinir sistemi, dolayisiyla bedeni güçlendirici toniktir. Sinirsel mide-bagirsak gazini alir.
– Feslegen: Uyarici ve spazm çözücüdür. Sinirleri güçlendirici etki yapar. Bedeni güçlendirici tonik etkisi ve yatistirici özellik tasir.
– Bahar: Antibiyotik ve antiseptik özellik tasir. Çarpintilari giderir, teskin edicidir. Solunum, dolasim, idrar yollarinda tedavi edicidir.
– Sögüt kabugu: Agri kesicidir, uykusuzlukta kullanilir. Aspirinin ana maddesidir. Kuvvet verici olup sinirleri yatistirir. Romatizma, mafsal iltihaplarinda kullanilir.
– Kayisi: Sinirleri gevsetir. Bol miktarda A, B, C vitaminleri, protein, seker, madensel tuzlar ihtiva eder. Dünyanin en dogal sakinlestiricisidir. Sinirleri gevsetip rahatlatir.
– Nane: Sinirleri güçlendirici, yatistirici özelligi vardir.
– Magnezyum: Sinir sisteminin, kaslarin gevsemesini saglar. Sakinlesmeye yardimci oldugundan \”antistres minerali\” diye bilinir. Sinirlerin düzenli faaliyetine yardim eder; antialerjik, agri kesici, sinirleri güçlendirici etkisi vardir. Kuru baklagiller, findik, fistik, badem, muz, kakao, patates, bitkisel yaglar, bal kabagi, susam ve maden sulan magnezyum deposudur.
– Kavun: Sinirleri yatistirmada etkilidir. içindeki B vitamini krom ve iyot sinirleri teskin eder. Kisiyi sakinlestirir.
– Sinir sistemini teskin edici: Bergamiye, limon, ogulotu, papatya, lavanta.
– Sinirleri uyanci: Neroli, nane, yasemin, reyhan.
– Sinirleri güçlendirici: Oğulotu, lavanta, biberiye, ardıç, papatya, misk, adaçayı.
Sağlıklı olun
kaynak: Ahmet İdris Ulutaş

18 Ekim 2015 Pazar

Beyninizi Güçlendirin


Mutlaka okuyun

1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Hayatınızla ilgili Önemli kararlar alırken açık havada veya doğada deneyebilirsiniz.

2 – Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.

4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.

5 – Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.

6 – Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!

7 – Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.

8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.

9 – Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.

10 – Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.

11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.

12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.

13 – Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

14 – Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.

15 – Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.

16 – Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

17 – Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.

18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.

19 – Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.

20 – Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz“Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın.

Alıntı

9 Temmuz 2015 Perşembe

Magnezyum Eksikliğine bağlı Sağlık Sorunları



Magnezyum Eksikliğine Bağlı Oluşan 37 Sağlık Problemi

Sene, 1936…
Yer, 74. Amerikan Senatosu …
2. oturumda senato kayıtlarına geçen bildirim şöyle:

Bugün nüfusun büyük çoğunluğunun, içi boşaltılmış topraklarımız yeniden optimum mineral dengesine kavuşturulmadan giderilemeyecek, tehlikeli boyuta ulaşmış besin ögesi eksikliklerinden muzdarip olduğunu biliyor muydunuz? Ürkütücü gerçek şu ki, belirli bazı minerallerden yoksun bırakılmış milyonlarca dönümlük tarım arazisinde yetiştirilmiş gıdalarla (meyve, sebze, tahıllarla) beslendiğimiz müddetçe, istediğimiz kadar fazla yiyelim yine de açlıktan kıvranıyoruz demektir. Şurası gerçek ki yediğimiz gıdalar değer bakımından hayli büyük farklılıklar gösteriyor ve hatta bazılarını yiyecekten bile saymamak gerekiyor.

Fiziksel esenliğimiz sistemimize giren kalori, vitamin veya nişasta, protein veya karbonhidratın gramı gramına miktarından çok aldığımız minerallere bağlıdır.

Laboratuvar testleri yediğimiz meyve, sebze, hububat, yumurta ve hatta süt ve etin bile bundan birkaç nesil öncesiyle kıyaslanamayacak denli fakirleştiğini gösteriyor. Bugünün şartlarında mükemmel sağlık için şart olan mineral tuzlarından yeterli miktarı alabilecek kadar fazla meyve sebzeyi yiyebilecek genişlikte midesi olanımız yok bakın. Giderek bir koca mideliler ülkesine dönüşüyor olmamız da bundandır işte!

Tanıdık geliyor mu?
Neredeyse 100 sene önce toprakların modern tarım pratikleriyle nasıl fakirleştiğinden dem vuruluyor. Peki ya bugün durum nedir dersiniz?

Yiyoruz ama bes-len-mi-yo-ruz. Bedenimiz ihtiyacı olan hammaddeyi alamadığı için de doy-mu-yo-ruz ve yine acıkıyoruz. Aşırı kiloluyuz ancak açız, zafiyet derecesinde eksiğiz. Neden eksiğiz? Başta minerallerden…

İşin üzücü yanı eksikliğin farkında bile değiliz ve hayati fonksiyonlarımız için gerekli mineral eksiklikleri kendini gösterdikçe tıp tarafından yeni birtakım “sendrom” veya “hastalık” olarak etiketini alıp farmasötik ilaç reçetesi için sıradaki yerini almakla kalıyor; ne iyileşebiliyoruz ne de alınan ilaçların etkisiyle içine girilen korkunç kısır döngüden bir daha başımızı alabiliyor, kurtulabiliyoruz. Artık bizler de birer kronik hasta olarak haftalık, aylık ilaçlarımız için eczanenin müdavimiyiz.

Sorunun basit bir mineral takviyesiyle ortadan kaldırılabilme ihtimali çok mu inanılmaz geliyor kulağa? En karmaşık sorunun çözümü aslında en basit gözükeni olabilir mi?

Dr. Caroline Dean’in klinik çalışmalarında doğrudan korelasyon gördüğü ve magnezyum üzerine son yıllarda yoğunlaşan bilimsel araştırmalarla da desteklenen 37 tıbbi sorun, altkategorileriyle birlikte toplam 56’ya ulaşıyor.

Düşünün…

“Basit” [fakat en az 300 farklı biyolojik işlemden sorumlu] bir magnezyum eksikliği yüzünden ortaya çıkmış 37 farklı hastalık tablosu ve bu basit gerçeğin farkında olunmadığı için tedavi amaçlı kullanılan farmasötik ilaçlar ve bunların “yan” etkileri…

Gelin birlikte bakalım, magnezyum eksikliğine bağlı oluşan ve mineral takviyesine yanıt veren bu sorunlar neler:

1. Adrenal Yetmezlik — Bir süre devam eden kronik stres, aksiyete ve panik atakları takiben adrenal yetmezlik başgösterir ki günümüzde salgın boyutuna ulaştığı görülüyor. Adrenalin, noradrenalin ve (kronik stres durumunda yükselen) kortizol, bu üçü magnezyum tüketiyor. Stres yüzünden bir yandan idrardan magnezyum atımı da artınca eksiklik daha da vahim hale geliyor. Günümüzde ağızlardan düşmeyen ve bu yüzden anlamını yitirmiş gibi gözüken “stres” kelimesini yabana atmayalım; hepimiz hergün fiziksel, zihinsel ve duygusal stres altındayız ve bunun her bir gıdımı magnezyum çalmakla meşgul bizden.

2. Alzheimer Hastalığı — Magnezyum beyin hücrelerinde birikme yapan uygunsuz kalsiyum ve ağır metaller yüzünden oluşan sinir sistemi iltihabı(nöroinflamasyon)’u bloke eder. Magnezyum daha iltihap belirmeden görev başındadır zaten; hücre iyon kanallarını bekler, ağır metallerin girişini engeller.

3. Anjin — Anjin ağrısı kalp kaslarındaki şiddetli spazmdan kaynaklanır ki bu da aslında magnezyum eksikliğinden kaynaklı bir durumdur. Kalp karıncıkları vücudumuzda en yüksek magnezyum miktarına sahip yerimiz, ki bu da magnezyumun kalbin pompalama fonksiyonu için neden bu denli önemli olduğunu açıklıyor.

4. Anksiyete ve Panik Ataklar – Normal koşullarda adrenal stres hormonlarını kontrol altında tutuyor magnezyum (Mg). Adrenaller gereğinden az magnezyum yüzünden korumasız kaldığında, vücudun “vur ya da kaç” yanıtı vermesini sağlayan hormonlar olan adrenalin ve noradrenalin çok daha kolay tetiklenir oluyor ve gerçekleşen düzensiz ve ani yükselişler yüzünden de nabzımız yükseliyor, tansiyon çıkıyor ve kalp çarpıntılarıoluşuyor. Hatta, magnezyumdan ne kadar eksiksek adrenalin salgısı da o denli abartılı oluyor. Adrenalin deyince, vücutta bir düzinenin üstünde ana metabolik işlemde doğrudan payı var bu hormonun ki bunlardan bazıları kalbin atım hızı, tansiyon, damar büzülmesi ve kas kasılması örneğin. Bunların herbirinin işlevi için magnezyum gerekiyor. Strese bağlı olarak bu belirtiler devam ettikçe vücut magnezyum depolarını boşaltıyor. Magnezyumsinir sistemini yatıştırıyor, kasları gevşeterek gerginliği alıyor,anksiyete/kaygı ve panik atakların azalmasına yardımcı oluyor.

5. Artrit — Ağrı ve enflamasyon (iltihap), artritin magnezyuma yanıt veren iki ana belirtisi.

6. Astım – Mg eksikliği durumunda hem histamin üretimi hem de bronşiyal spazmlar artıyor.

7. Ateroskleroz – Kalsiyum birikintisiyle oluşan damar sertliği — Kalsiyumun çözülmesini sağlamak ve kanda çözülebilir halde tutmak için magnezyum gerekli. Birlikte çalışıp kalsiyumu ait olduğu yere, yani kemiklere yönlendirernler Magnezyum ve K2 vitamini.

8. Bağırsak Hastalıkları – Mg eksikliği durumunda bağırsak hareketleri de yavaşlayarak kabızlığa götürebiliyor, ki bu da toksisite, besleyici ögelerin emiliminin yapılamaması gibi sorunların yanısıra kalınbağırsakta kolit, divertikül iltihabı ve Crohn hastalığı belirtilerinin oluşumunu tetikleyebiliyor.

9. Başağrıları — Boyun ve baştaki kaslarda oluşan gerginlik ve spazm gerek lokal uygulama gerekse ağızdan alma yoluyla magnezyum terapisiyle ortadan kaldırılabilir.

10.. Beyinde İşlev Bozukluğu — Magnezyumun beyne faydalı etkilerinin geniş özeti için Magnesium in the Central Nervous System kitabında sayfa xxxii’ye bakınız.

11. Böbrek Hastalığı – Mg eksikliğinin aterosklerotik böbrek yetmezliğioluşumunda payı var. Mg eksikliği lipid (yağ) seviyelerinde anomaliye ve böbrek nakli yapılmış hastalarda kan şekeri kontrolünün bozulmasına sebep oluyor. Böbrek hastalarının doğrudan hücrelere geçecek şekilde pikometrik birim ölçüsüyle magnezyum almaları son derece önemli.

12. Böbrek Taşları — Özellikle de ortağı B6 vitaminiyle beraber alındığında magnezyumun böbrek taşı oluşumunu önleyici ve tedavi edici etkisine kitabının 11. bölümünde geniş yer veriyor Dr. Dean.

13. Depresyon – Ruh halimizin iyileşmesine, kendimizi iyi hissetmemize yarayan serotoninin oluşumu magnezyuma bağlı. Magnezyum açlığı çeken bir beyin alerjenlere, akıl hastalığına benzer belirtilere yol açabilecek yabancı maddelere de açık hale geliyor.

14. Detoksifikasyon – Magnezyum; cıva, alüminyum ve kurşun gibi ağır metal ve toksik maddelerin vücuttan atılımı için elzem. Kendisi glutatyonüretimi ve karaciğerdeki P450 detoksifikasyon sistemlerinin çalışmasında rol alan bir eşfaktör. MgATP, önemli GSH ve tiyol detoks yollarına enerji sağlıyor.

15. Diyabet – Magnezyum, insülin sekresyonunu destekliyor, karbonhidrat metabolizmasını sağlıyor ve insülinin glükozu hücre içine taşımasına olanak sağlıyor. Bu olmadığı takdirde glükoz ve insülin kanda birikme yaparak çeşitli şekillerde doku hasarı oluşturuyor. Tirozin kinaz, insülinin hücreye girişi için gerekli bu enzim magnezyuma bağımlı çalışıyor. Glükoz metabolizması için gerekli on enzimin yedisi yine magnezyuma bağımlı çalışıyor. Magnezyum olmadan ne insülin yapmak ne de sekresyonunu sağlamak mümkün.

16. Diş çürüğü – Mg eksikliği tükrükte sağlıksız bir fosfor-kalsiyum dengesi yaratır ki bu da dişlere zarar verir.

17. Enflamasyon (Yangı, İltihap) — Time dergisinin meşhur 2004 sayısı halkı şöyle uyarıyordu: “Gizli Katil: Enflamasyon ve Kalp Krizi, Kanser, Alzheimer’s ve Diğer Hastalıklar Arasındaki Şaşırtıcı İlişki”. Çoğu ilaç firması artık kolesterol yerine kalp hastalığına yol açan faktör olarak enflamasyonu benimsemiş durumda. Enflamasyona gerçekteneyin yol açtığını bilmedikleri iddiasındalar, ancak tabii bu onları yine de enflamasyonu baskılayıcı ilaçlar üretmekten alıkoymuyor. Açıkça kabul etmeye yanaşmadıkları şey ise şu: Kalsiyum felaket derecede enflamasyon yapıcı, magnezyum ise tam tersi, son derece anti-enflamatuvar, yangı alıcı, iltihap önleyici mineraller.

Dr. Dean’in derin endişesi ise araştırmacıların enflamasyon reseptörlerini bloke etmeye çalışırken bizzat kendileri enflamasyona yol açan ilaçlar kullanıyor olmaları. Yapmaları gereken William Weglicki ve Terry Phillips’in, enflamasyon silsilesinin birbirini takip eden bütün aşamalarının (P maddesi, interlökinler, tümör nekroz faktörü, kemokinler ve sitokinler) magnezyum eksikliği durumunda ağırlaştığını kanıtladıkları araştırmaları dikkate almak.

Bilinmesi gereken nokta şu: Enflamasyonu tetikleyen magnezyum eksiliği ve rölatif kalsiyum fazlalığıdır.

18. Halsizlik – Mg eksikliği olan hastalarda sıklıkla karşılaşılan bir şikayet halsizlik, çünkü vücutlarındaki düzinelerce enzim sistemi bu eksiklik yüzünden randımanlı çalışamıyor. Vücutta enerji üretimi için en önemli faktör ATP ve bir magnezyum iyonuna bağlı olmadığı takdirde ATP biyoloijk olarak aktif hale geçemiyor.

19. Hazımsızlık — Mideye girenleri asidifiye eden gastrik proton pompasımagnezyumsuz çalışamıyor.

20. Hipertansiyon – Vücutta magnezyum eksik kalsiyum da gereğinden fazlaysa, kan damarlarımızdaki kaslar spazm geliştirip kan basıncının artmasına neden olabilir. Bu arada kolesterol de yükselirse, magnezyum yetmezliğine bağlı olarak gidip kan damarlarındaki kalsiyuma bağlanabilir ki bu da tansiyonun daha da yükselmesini sağlar.

21. Hipoglisemi — Magnezyumun dengeleyici etkisi sayesinde kana birden gereğinden fazla insülin salınması ve buna bağlı olarak kan şekeri düşüklüğü ile bağlantılı belirtilerin ortaya çıkması engellenir.

22. İnsomni – Kaslarda rahat bir uyku uyuyamızın önüne geçebilecek gerginliği alıyor magnezyum. Ayrıca, Mg düzeyi yetersizse, uyku regülasyonundan sorumlu melatoninin üretim aşamalarında aksaklıklar meydana geliyor.

23. İritabl Bağırsak Sendromu — Dr. Dean,IBS for Dummies adlı kitabında IBS’de görülen ağrı ve sancıyı almak için neden magnezyuma ihtiyaç olduğunu anlatıyor. Biraz daha laksatif formları kullanıldığı takdirde magnezyum ayrıca IBS ile ilintili kabızlığı da ortadan kaldırabiliyor.

24. Kadın Hastalıkları ve Doğum Alanındaki Problemler – Magnezyum şu sorunların önlenmesi ve tedavisinde etkilidir:

a. ‘Adet Öncesi Sendromu’

b. Dismonere (adet esnasında kasıklarda şiddetli ağrı/sancı hissedilmesi)

c. Gebelikte erken sancılanma (bu durum magnezyum eksikliğine bağlı kas spazmlarından kaynaklanıyor olabilir)

d. Kadın İnfertilitesi (fallop borusundaki spazmları ortadan kaldırmak yoluyla)

e. Preeklampsi ve eklampsi (derialtı dokularında -ödeme uzanmak üzere- su tutulmasını, yüksek tansiyon ve eklampsi nöbetini geçirir)

f. Serebral Palsi (beyin nöronlarındaki harabiyet nedeniyle ilk yaşlardaki çocuklarda görülen, her iki bacakta spastik sertlik, zaman zaman gelen konvülsiyon nöbetleri, istemli hareketlerde düzensizlik ve zeka geriliği ile belirgin konjenital defekt)

g. Ani Bebek Ölümü Sendromu

h. Erkek İnfertilitesi (sağlıklı meni önemli miktarda magnezyum ve çinko ihtiva eder)

25. Kalp hastalığı – Kalp, özellikle de sol karıncık vücutta magnezyumun en yüksek oranda bulunduğu yer. Kalp hastası olanlarda magnezyum eksikliği sık rastlanılan bir durum ve magnezyum desteği alındığı takdirde kalp hastalığı riski azaltılabiliyor. IV magnezyum, yani damardan magnezyum kalp krizinin başında verildiği takdirde miyokart enfarktüsü hasarını ve kardiyak aritmiyi önlenebiliyor.

Dr. Dean, başından beri sorun magnezyum eksikliği iken çok sayıda insana kalp hastalığı teşhisi konarak çoğu kez en aşağı altı farklı ilaç tedavisine başlatılmadığını ve elbette çok geçmeden bu hastaların kalp yetmezliğine gittiğini, bunun da kendisini son derece endişelendirdiğini söylüyor. Üstelik, kalp hastalarına önerilen ilaçların çoğu da vücuttan magnezyum çalan ilaçlar.Statinler bilhassa hasar oluşturan ilaçlar, zira bunlar çokça magnezyuma bağlanıp vücutça kullanımını engelleyen flor bileşikleri.

26. Kan pıhtıları – Magnezyum kanda pıhtılaşmayı kan inceltici ilaçlardan farklı bir mekanizmayla, kalsiyum fazlasının pıhtı oluşumunu tetiklemesini engellemek suretiyle önlüyor ve gerek olduğunda kandaki pıhtılaştırıcı faktörlerin doğal yoldan dengelenmesini sağlıyor.

27. Kas-iskelet sistemi sorunları – Yetersiz magnezyum diğer yandan kalsiyumda rölatif fazlalıkla birleştiğinde vücudun herhangi bir kasında uzun süreli kasılmaya yol açacaktır. Aşağıda verilen kas-iskelet sistemi sorunlarının hepsi magnezyum terapisine yanıt vermektedir:

a. Kas krampları

b. Fibrozit (bağ dokusunun iltihabı)

c. Fibromiyalji (inatçı adale ağrıları, yorgunluk ve vücutta bazı hassas ağrılı noktalarla karakterize bir hastalık)

d. Gastroentestenal spazmlar, safrakesesi spazmları — bunlar cerrahi müdahale gerektirebilecek durumlardır

e. Ruhsal gerilime bağlı olarak saçlı deri, boyun ve yüz kaslarındaki devamlı kasılma veya gerilme sonucu gelişen baş ağrıları.

f. Kas spazmları, vücudun herhangi bir kasında oluşabilecek çekilmeler.

g. Kronik boyun ve sırt/bel ağrısı.

28. Kolesterol Yükselmesi — Dr. Dean 1970’lerin ortalarında tıp eğitimi alırken normal kolesterol seviyelerinin 245 mg/dL civarında olduğunu söylüyor. Kitabının ilk baskılarında (ilki 2003’te çıkıyor) normal seviye 180-220 mg/dL olarak geçiyor. Şimdi ise tıp kurumları kolesterolün 200 mg/dL’in (5.2 mmol/L) altında olması gerektiğini söylüyor.

Yeterli miktarda kolesterol varken HMG-CoA redüktazının (herhangi bir kimyasal maddenin indirgenmesini kolaylaştıncı enzimin) aktivitesini yavaşlatmaktan sorumlu mineral Magnezyum. Statin ilaçlarının bir yandan magnezyum eksikliği oluştururken diğer yandan hedefe alıp ortadan kaldırmaya çalıştığı enzim de bu.

29. Migren — Serotonin dengesi Mg’ye bağlı. Serotonin eksikliği migren ağrıları ve depresyona yol açabiliyor. Migreni oluşturanın beynin incecik kılcal damarlarını tıkayan kan pıhtıcıkları olduğu söylenir. Magnezyum, kalsiyumun kanı gereğinden fazla pıhtılaştırmasına engel olur. Damardan ve ağızdan alındığı takdirde magnezyum migreni önleyebilir ve geçirebilir.

30. Osteroporoz – İster D vitamini ile birlikte ister D vitaminsiz alınmış olsun, yüksek doz kalsiyum takviyesi yanında dengeleyici miktarda magnezyum alınmadığı takdirde kemik kaybına giden bir dizi biyolojik olay başlatır.

31. Parkinson Hastalığı — Magnezyum, beyinde kalsiyum kalıntılarının yarattığı nöroenflamasyonu (sinir sistemi iltihabını) bloke eder.

32. Raynaud Sendromu – Mg el parmaklarında ağrı ve uyuşmaya yol açanspastik kan damarlarının gevşemesine yardımcı olur.

33. Reflü — Yemek borusunun mideye giriş yerindeki kapakçıkta oluşacak spazm reflüye neden olabilir. Magnezyum yemek borusu spazmlarını ortadan kaldırır.

34. Sinir Sistemi Problemleri — Magnezyum yetersiz, kalsiyum da göreceli olarak fazla yüksekse vücudun herhangi bir yerindeki sinir hücreleri uzun süreyle aşırı uyarılacak demektir. Magnezyum vücuttaki şu sinir rahatsızlıklarını ortadan kaldırır:

a. Yanma

b. Kas güçsüzlüğü

c. Uyuşma, hissizlik

d. Paralizi ve hassasiyet

e. Karıncalanma, iğnelenme

f. Seğirme

g. Vertigo ve kafa karışıklığı, oryantasyon bozukluğu

35. Sistit — Magnezyum eksikliği varsa enfeksiyon halinde idrar kesesi spazmları oluşur. Spastik mesane sık idrar çıkma durumu oluşturabilir.

36. Spor İncinmeleri — Ağrı, enflamasyon, kas spazmı, kas gerginliği ve yırtık gibi incinmelerin tümü magnezyumla geçirebilir.

37. Spor Sonrası Toparlanma — Magnezyum laktik asit birikimini azaltarak, antrenman sonrası vücutta ağrı-sızıyı engeller.





Bu 37 sağlık sorununun magnezyum eksikliğine bağlı olarak gelişmiş olabileceğini ve takviyeyle düzelebileceğini siz veya doktorunuz fark etmediğiniz takdirde cebinizde ilaçla eve döneceksiniz demektir. Ne yazık ki birçoğu yukarıda verilen tıbbi durumlar için uygunsuz şekilde reçete edilmekte olan ağrıkesiciler, diüretikler, antibiyotikler ve kortizon salt magnezyum değil, diğer mineralleri de vücuttan çaldığından bir süre sonra belirtiler tamamen kontrolden çıkacak demektir. Bugün gelişmiş Batı toplumlarında reçeteli ilaç kullanım istatistiklerine baktığımızda bu tespitin geçerliliğini ve durumun vahametini daha iyi anlayabiliyoruz. Umuyoruz Dr. Dean’in bu müthiş çalışması sağlık sorunlarınızın asıl kaynağının ‘reçeteli ilaç eksikliğine bağlı yaşam’dan ziyade, ‘vitamin ve mineralden yoksun gıda bolluğu’ olduğu yönünde ikna edici açıklamalar sunabilmiştir sizlere.

Bu bilgiler Dr. Carolyn Dean’in 2014 basımı The Magnesium Miracle kitabından alınmıştır

23 Haziran 2015 Salı

Temmuz 2015 Etkinlik Takvimi



                                    3 /6 TEMMUZ - KIBRIS

                                   7 /16 TEMMUZ - İSTANBUL

                                 17 /24 TEMMUZ - ERZİNCAN / MALATYA

                                  26 / 28 TEMMUZ - BURSA

                                 29  /31 TEMMUZ - İSTANBUL

Haziran 2015 Etkinlik Takvimi


                                01/14 HAZİRAN - İSTANBUL

                               16 / 20 HAZİRAN - İZMİR /KUŞADASI

                               21 /24 HAZİRAN - İSTANBUL

                               25 /29 HAZİRAN - BODRUM

8 Haziran 2015 Pazartesi

Duru Görü...



Duru görüde Sağ-Sol Beyin
Beynin iki yarım küresini birbirine bağlayan korpus kallosum denen ve sinir liflerinin yaptığı köprüsel bir yapı vardır. Bu sinir ağları vasıtasıyla her iki yarım küre birbiri ile bağlantı içindedir ve sürekli bilgi alış verişi olur. Korpus kallosum ne kadar iyi gelişmiş ise insanın bir bütün olarak beyinsel yeteneklerini sergilemesi ve beynini bir bütün olarak kullanması o kadar artar ve üst düzeye çıkar.

Eğer korpus kallosum iyi gelişmemişse o zaman sağ ve sol beyinden hangisi baskın ise kişi o özellikleri ön plana çıkararak hayatını sürdürür. Toplumda lider kişilerin, beynini bütün olarak iyi kullanmayı beceren kişiler olduğunu söyleyebiliriz. Beyin ve vücut ilişkileri çapraz yürür. Beyin korteksinden hareketlerimizle alakalı motor lifler üst boyun bölgesinde çapraz yaptığı için, sağ beyin vücudun sol tarafını, sol beyin ise vücudun sağ tarafını idare eder. Bu nedenle beyninin sağ tarafında ki damarları tıkananların sol taraflarında felç olur ya da tersi olur. İşte bu nedenden dolayı günlük hayatında sol elini kullanan ve solak olanların sağ beyinleri baskın durumdadır. Eğer kişi sağ elini kullanıyorsa o zaman da sol küre baskındır. Hem sağ küre hem de sol küre matematikle ilgilenir. Ancak sağ küre daha çok matematiğin geometri, sol küre ise cebirsel bölümü ile ilgilenir. Sol beyin eril, sağ dişildir. Sağ beyin sevgiye göre karar verir. Sağ beyin niyete sol beyin sürece bakar. Sol gerçekleri, sağ beyin duyguları analiz eder. Sol beyinde erkeksi özellikler baskındır.

Sağ beyin, bilgiyi bir bütün olarak ve görsel olarak değerlendirir. Tasvir ve semboller kullanır; resimlere şekillere ve renklere duyarlıdır. Müziğe, vücut diline, dokunmaya tepki verir. Nesnelerle soyut değil, duygusal olarak ilişki kurar. Sezgicidir, önsezileri ve hisleri takip eder. Uzaysal ilişkiler kurar ve kullanır, çok boyutludur. Duygusal ve üreticidir. Görerek ve duyarak öğrenir. Hayaller, şiir onun işidir. Vücudun sol bölümündeki duyusal organları ve vücut hareketlerini kontrol eder.

İşlevleri:

Yaratıcılık,

Sübjektif hatırlama,

Bütünü görme,

İçgüdüsel,

Sezgisel hissetme,

İşitme, duyma,

Koklama,

Tat alma,

Ritmik hatırlama,

Sağ beyin müzikalitedir, duygusaldır, dokunsal yollarla öğrenir, duyguları serbest bırakır, yüzleri hatırlar, daha fazla risk alır, daha az kontrollüdür, yazılı ya da gösterilen talimatlara uyar, problemleri bütüne bakarak çözer, çizimi ve nesneleri kullanmayı tercih eder, eşanlamlı biçimde düşünür, benzer nitelikleri arar, Sezgiseldir, bütünseldir, kendiliğinden ve doğaldır.

Sağ beyinin tüm özellikleri insanın durugörü yeteneklerini içeren kavramlara bağlıdır. Sezgiler, bilinmeyen alanların görülmesi onun işi gibi görülse de unutulmaması gereken bir şey vardır.



Durugörüyü algılayan sağ beyin, sol beyinin işlevleri kullanılmadan durugörüyü ifade edemez…

Zira bilgi aktarımı için çözümleme, tanım yaratma ve ifade etme aşaması sol beynin işidir. Çünkü dil ve konuşma sol beyine bağlıdır. Sürekli sağ beyin özellikleriyle yaşamak, kişinin eril maddi dünyada sıkıntı çekmesine ve gitgide yok olmasına sebep olabilir.

Sol beyin, konuşma ve dilin merkezidir. Sebep sonuç ilişkilerini kullanır. Analitik düşünür. Ayrıntıcıdır. Mantıklı ve sistematiktir. Bilgiyi ardışık ve doğrusal işler. Sayısal işlemlerde üstündür. Ayrıca vücudun sağ tarafındaki duyu organlarını ve vücut hareketlerini kontrol eder.

İşlevleri:

Adlandırma,

Matematiksel işlemler,

Dili doğru kullanma,

İnceleme,

Parçayı görme,

Sistemli analiz etme,

Disiplinli, objektif sınıflandırma,

Mantık yürütme, sıralamadır.

Problemleri parçalayarak çözer.

Mantıksaldır,

İşitsel, görsel yollarla öğrenir, duyguları kontrol eder, isimleri hatırlar, az (kontrollü) risk alır, sözlü talimatlara uyar, yapısaldır, yazmayı ve konuşmayı tercih eder, rasyoneldir, matematiksel biçimde düşünür, farklılıkları arar, devamlıdır, zihinsel ağırlıklıdır.

Sol beyin, egonun-benliğin koruyucu askeri gibidir. Dış etkilerle savaşmak onun işidir. Ünlü sanatçıların, ressamların, müzisyenlerin çoğunun dünyasal, parasal ve ilişkisel sorunları olduğunu ve maddi dünyada başarısız olduklarını biliriz. Bunun nedeni, onların çoğunlukla yaratım gücü taşıyan sağ beyinle yaşamaları ve sol beyin eylemlerini aksatmalarıdır. Parasızlık ve yalnızlık içinde olmaları, ölümlerinden çok sonra ünlü olmaları, anlaşılamamış olmaları, üstün yaratımlarını ortaya koymak için kendi varlıklarının korunması kaidelerine uymamalarının sonucudur. Elbette eşsiz eserler yaratmalarının da bedeli budur genellikle. Bir yazar ya da ressam tüm varlığıyla eseri için uğraşırken, hayattan kopabilir ve ödeme, fatura, uyku, yemek, ilişki kurmak, sosyallik gibi eylemleri önemsemeyebilir.

Yaratım ve sezgi sağ beyinden çıkıp, sol beyinle dışarıya fırlatılır. En iyi durugörücüler, her iki beyin lobunu da kontrollü ve sıralı olarak kullanabilme yeteneğine sahip olanlardır. Durugörü egzersizleri sırasında yapılması gereken şey, sol beyni bir süreliğine kontrol altında tutarak sağ beyin özellikleriyle bilgileri almak ve sonra yine sol beyin lobunu kullanılarak bunu aktarmaktır.

Durugörüleri almak için öncelikle sol beynin susmak için bir süreliğine ikna edilmesi gerekir. Çözümlemek yani decoderlemek için de tekrar sol beyin kullanım aşamasına geçilmelidir.



Durugörü çalışmaları sırasında bu yüzden sağ ve sol beyin arasında geçiş yapma egzersizleri çok önem taşır.

Bu geçişi kontrol etmeyi sağlayan önemli etkenlerden birisi de nefes teknikleri kullanmaktır. Nefes sırasında kullandığımız burun kanalları sağ-sol beyin geçişini sağlar. Sol burun kanalından nefes almak sağ lobu, sağ burun kanalından nefes almak sol lobu aktifleştirir. Ayrıca Diyafram nefesi de sağ beyinle daha fazla ilişkilidir. Yani karın bölgesi üzerindeki kontrol, özellikle nefes ya da düşünsel imgeleme çalışmaları sağ beyini aktive eder.

Nesrin Dabağlar Nefes Terapisti

Evrendeki Torus Enerjisi..Nefesi..


Torus Nefesi ve Torus Gücü

Uzunca bir süredir Torus örüntüsü ile ilgili bitmek bilmeyen araştırmalar içine daldım. Çünkü kullandığım bir nefes tekniği nedeniyle Torus kavramı ile tanıştım. Özel olarak aldığım bazı bilgiler ile o ana kadar hiç bilmediğim ama şimdi tamamen bana ait olduğunu rahatlıkla ifade edeceğim bir nefes uygulaması yapmaya başladım.

Açıkçası bu özel çalışmaya başlarken, bugün edindiğim bilgilere ulaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. Ama bugün artık bu uygulama nedeniyle Torus elektromanyetik alanı, hayatımın baş köşesine oturdu ve tüm hayatımı belirliyor. Torusu araştırdıkça gözlerim büyüdü ve neyle karşı karşıya olduğumu gördüm. Torus formu, evrenin sırlarından birisi ve geleceğin bilim yolunu belirleyecek bir dönüm noktası olacaktır. Bundan o kadar emin olduğum bir noktadayım ki, bu cesaretle bu yazıyı yazmayı başarabildim. Biliyorum ki, bu yazıyla benim için de bir dönüm noktası olacak TORUS’un büyüsü…


Evrendeki Torus Enerjisi
Kendi kendisini sürekli yenileyen ve arttıran sonsuz bir enerji modeli var mıdır?

Her şeyin sınırlı olduğu, bir başlangıç ve bitişi olduğu, tüm enerjilerin sonlandığı bir dünyadayız. Petrol temelli enerjiye dayanan tüm medeniyetimiz bir sona doğru gidiyor. Yeni enerji kaynakları bulmaya ya da kullanmaya da niyetimiz yok gibi görünüyor. Kurulan tüketim sistemlerini bozmak kimsenin harcı değil ne yazık ki.

Birçok bilim adamı tarafından bulunan maliyetsiz ve dönüşümlü enerji modelleri mevcut sistem tarafından yok edilmiştir. Bu enerji modellerinin temel sistemi, çift kutuplu çekim alanı kullanılarak yaratılan bir sistemdir. Çift kutbun birbirine yarattığı etki bir kez başladıysa harcadığı enerjiden daha fazlasını üreterek kendi kendine devam eder. Bu kutupluluğun yarattığı enerjinin döngüsüne TORUS modeli adı verilir.

Torus şekli, matematiksel bir örüntü olarak da formüle edilmiştir. Bir elmanın, bir simidin şekli torustur. Torus şekli, yaşam içeren birçok birimin üzerinde mevcuttur. Dünyanın, gezegenlerin, güneş sisteminin, uçağın, uçan dairenin ve atomun dönüşü üzerinde torus örüntüsü vardır. Bazı bilim adamlarınca evrenin şeklinin de torus modelinde olduğu kabul ediliyor. Torus örüntüsü içindeki enerji, merkez etrafında daireler çizerek bir uca akar ve diğer uçtan çıkar. Kendini ayarlayan kaotik bir sistemdir ve dengelidir. Yani merkezdeki enerji, bir uçta karadelik, diğer uçta ak delik gibi davranır.

Tesla’nın bulduğu ve Sanayici Morgan tarafından sabote edilen enerji sistemi Torus modeline göre hazırlanmıştı. Sonraki yıllarda benzerleri bulunan bu sistem, batı bilimi geçmişinde sürekli bastırılarak yok edilmiştir. (Meraklısına not: Thrive adlı belgesel bu konuyla ilgili bilgiler vermektedir.) Füzyon enerjisi çalışmalarında torodial formlar Rusya’da kullanılmaktadır.



Torus örüntüsü pek çok gizem taşır. Dünya üzerinde kadim zamanlardan kalma yaşam çiçeği formu, torus örüntüsünün iki boyutlu iz düşümüdür. Bu konuda araştırmalar yapan Nassim Haramein, geometrik hologram çalışmalarıyla bunu ispat etti.

Cennetten kovulan Adem ile Havva’nın bilgi ağacından yedikleri elmanın şeklinin de bir torus örüntüsü olduğunu düşününce gizem artıyor.

Kutsal bir geometri olduğu düşünülen torus örüntüsünün, insanın bedeni üzerinde de manyetik olarak var olduğu kabul edilmeye başlandı son yıllarda. Bu bilgi aslında yeni değil, tam aksine çok çok eskidir. Kadim kıtalardan ve uygarlıklardan kalan yaşam çiçeği bilgileri içinde bunu görebilmek mümkün. Kabala bilgilerinin temelinin de bu örüntünün gizemlerine dayandığını bilenler biliyor.

İnsan bedeninde var olduğu kabul edilen çakralar, Torusun merkezinden geçen ana hat üzerindedir. Tepe çakrası ile kök çakra arasındaki manyetik alanın merkez noktasında ise kalp çakrası vardır. Kalbin taşıdığı yüksek manyetik alanın tespit edilmesi, bedenin etrafındaki torus manyetiğini açıklamak için önemli bir delildir.


Kalbin Manyetik Alanı

Kalpteki nöron hücreleri beyinle iletişim kuruyor ve kalbin faaliyetlerini düzenliyor. Kalpten beyne ve beyinden kalbe bilgi akışı gerçekleşiyor. Kalpten beyne gönderilen bilgi miktarı, beyinden kalbe gönderilenden daha fazladır. Kalbin nöronları nörotransmitterler ile ilişki içindedir. Kalbin, beyinle kurduğu iletişim; sinirler ile nörolojik bir iletişim, kan basıncı dalgalarıyla biyofıziksel bir iletişim, hormonlar ve nörotransmitterlerin kurduğu biyokimyasal iletişim ve elektromanyetik iletişim olmak üzere pek çok farklı yoldan kuruluyor.

Kalpte üretilen biyoelektromanyetik alan, beynin elektromanyetik gücünden 5000 kat daha fazladır ve çok geniş bir alana etki etmektedir. Kalbin ritmik atımı ile üretilen kan ile ses basıncı ve elektromanyetik yayılım, vücuttaki her organ ve hücre tarafından algılanır. Dokular tarafından emilen ve yansıtılan bu manyetik alan, aynı zamanda o enerjinin yayılma sahası içinde bulunan kişiler tarafından da hissedilebilir.

Kalbin çalışması, sempatik ve parasempatik sinir sistemi ile bağlantılıdır ve transmitterler aracılığıyla duyguların kimyasını etkiler. Düşünce-Duygu-Nefes piramidi bu nedenle önemlidir. Kalp atım hızının senkronizasyonu ile nefes senkronizasyonu birbiriyle uyum içinde olmalıdır. Bu uyum, beynin çalışmasını ve duyguların kimyasını olumlu etkiler.

Bedendeki Torus Kafesi

Kalbin kan sıvısını pompalaması, dairesel dalgalar ile gerçekleşir. Bu yüzden kalpten çıkan dağıtıcı damarların içinde, bu dairesel yayılımı organlara doğru yönlendirebilmek için kapakçıklar ve kasılma sistemleri mevcuttur. Nefesin ritmi, kalbin dairesel yayılımı ile senkronize olduğunda, bedenin tümüyle bir ahenk yaratarak, merkezinde kalbin olduğu büyük bir torus kafesi yaratır. Bu kafesin iki kutbu vardır, aşağıdaki yeryüzü ve yukarıdaki evren…



Yeryüzü kutbu, omurganın sonundaki kuyruksokumu ile başlar. Evren kutbu ise bedenin tepe noktası ve epifiz bezidir. Ruhun bedene bu noktadan girip, bu noktadan çıktığı ve epifiz bezinin bilincin merkezi olduğu söylenir. Epifiz bezinin büyümesinin 1-2 yaşına kadar devam etmesi de bunu kanıtlar görünüyor.

Torus kafesinin ortasından geçen girdaba benzer boşluk alanda sıralanan enerji merkezleri vardır. Çakralar adıyla tanımlanan ve bedendeki bezlere karşılık gelen bu enerji merkezleri, kişinin torus kafesinin şeklini, gücünü ve kalitesini etkiler. Fiziksel sağlığı ve dengeyi kuran bölgesel bezlerin her birine karşılık gelen duygu ve farkındalık seviyesi vardır. Duygu durumlarının türü, beden üzerindeki hastalıkların yerini belirler. Çakra bilgilerine erişen ve nefes ile uğraşanlar, bir kişinin duygu durumunu analiz ederek hangi organda sorun olduğunu rahatlıkla bulurlar.

Fiziksel bedenin etrafında bir enerji bedeni olduğu bilgisi binyılların bilgisidir. Bedenin etrafını saran bu enerji alanı birçok etkiye bağlı olarak her varlıkta farklı bir modeldedir. DNA ışıması, hücrenin vibrasyonları, beynin düşüncelerle yaydığı dalgalar ile sürekli değişen bu model holografik bir yapıdadır. Alçalıp yükselen elektromanyetik frekanslarla kendini belirleyen bu alan, evrenin nabzı ile uyumlu bir ilişki kurduğunda COHERENCE dengesi denilen 0.10 Hertz frekansında olur.

Evren modeli olarak Torus şeklini kabul edenler der ki, Evrende yol alan bir şey başladığı noktaya geri döner. Yol alabilen şeyin, ışık olabileceğini düşündüğümüzde zaman kavramı işin içine girer. Çünkü ışık, zamanın içinde yolculuk yapar. İki ucu açık boru gibi bir kanala sahip olan Torus şekli, uzay-zamanı açıklamak için de uygun bir modeldir.



Torus modelinde frekansların yayılımı sırasında oluşan karşıt dalga bantları, bazı noktalarda kesişirler. Bu kesişim noktaları arasında kalan boşluklar nedeniyle Torus modeli, kafes gibi bir yapıya sahiptir. Tüm evrenin oluşturduğu modele evrenin kozmik kafesi denilebilir. Bu kafes Torus manyetiğine sahip olarak insanın etrafında da vardır ve evrenin kozmik kafesi içinde yer alır. İnsan Torus kafesinin kesişme noktaları ile evrenin kozmik kafesinin kesişme noktaları, ortak manyetik söz konusu olduğunda birbirine bağlıdır. Konu-duygu-düşünce-bilinç-farkındalık gibi alanlardaki ortak frekanslar bu bağlanmayı oluşturur.

Uzay-Zamanı modellemek için kullanılan Torus, evren için her daim dengededir. Fakat insan söz konusu olduğunda bu dengenin her an aynı olacağını söylemek mümkün değildir. Coherence dengesi denilen frekans, öfke, stres, gerilim, mutsuzluk gibi duygu durumlarında bozulur. Bu bilgi ortaya çıktığından beri bazı doktorlar bu dengeyi korumak için EM cihazı denilen bir cihaz takarak dolaşmaya başlamışlar. Cihaz, bedenin frekansı 0.10 Hertzten uzaklaşınca sinyal verir ve kişi kendi duygu durumunu kontrol etmeye yönelir. Hatta, bazı ülkelerde GEM terapi adı verilen insan bedeninin manyetik alanını düzenleyen tedaviler uygulanmaya başlanmıştır.



Bu tedavi yönteminde insan üzerindeki manyetik alan merkezinin kalp bölgesi olduğu kabul edilir. Tedavi cihazı ile bu bölge üzerinde frekans çalışması yapılır. Bu tedavi sistemi ile ilgili Güç Katalizörü adında bir kitap yazan John Whale, bedenin önünde kalbe, sırtta ise kürek kemikleri ortasına denk gelen bölgenin, Toltek bilgeliğindeki “Birleşim Noktası” olduğunu söyler. Carlos Castaneda, yazdığı kitaplarda, insanın evrene bağlanma noktasının kalp arkasında olduğunu ve insanın ışıklı manyetik bir yumurta içinde olduğunu söyler. Bu bilgiyi binlerce yıl öncesinin gizemli Toltek Uygarlığının üstatlarından almıştır. Castaneda, birleşim noktasının manyetik bir bant noktası olduğunu ve kayması ile insanın farkındalığının başka boyutlara geçebildiğini söyler. 1960 yıllarında yazdığı kitaplardaki bilgiler, bugün bilim için ancak kısmen açıklık kazanmaya başlamıştır. Torus örüntüsünün insan etrafında var olduğunun anlaşılması, kalp elektromanyetik alanının keşfine bağlı olarak anlamlanmıştır.


Torus Kafesi ve Nefes

İnsan etrafındaki torus kafesinin, kalp-düşünce-nefes ile bağlantılı olduğu ve her birinin insan etrafındaki elektromanyetik alanı değiştirmede belirleyici olduğu bilimsel olarak kanıtlandığına göre, nefesi yöneterek bu manyetik alanın yönetilmesi mümkün müdür?

Nefesin tüm gücünü bilenlere göre, nefes ile insan etrafındaki manyetik alanın tam kapasite ile dengeli olarak devreye girmesi mümkündür. Bu manyetik alan 17 metreye kadar etki yaratacak büyüklüğe gelebilir. Çakra merkezleri torus girdabının ortasından geçer. Her bir çakra bir enerji merkezidir. Tüm çakraların dengeli ve tam güçle enerji ürettiği bir beden dengesi, kalp elektromanyetiği ile birleştiğinde, bedendeki tüm doku, hücre ve DNA’nın yarattığı titreşimler, zihnin ve bilincin ortak niyetinin emrine girer. Bu birliğine ulaşıldığında oluşacak olan enerjetik beden, evrenin kozmik kafesinin yetkilerine sahip olabilir. Çünkü bu birlik hali, evrenin nabzı ile birlikte atmayı sağlar. Evrenin frekansında titreşebilen insan, kozmik ile bütünleşir. Bu bütünleşme sırasında insanın ulaşacağı enerji, Torus örüntüsü kurallarına göre çok yüksek bir güce ulaşır. Bilinci ile kozmiğin kafesi içinde dolaşabilir, bilgi alabilir, yolculuk yapabilir. Niyeti ile kozmiğin kuantum alanı içinden herhangi bir dalgayı kendi realitesine çökertip, pek çok şeyi gerçekleştirebilir. Kadim bilgilerde bu gücün başarabilecekleri arasında başka bir boyuta geçmek olduğu da söylenir. Kabala bilgilerindeki sonsuz bedene kavuşma çalışmalarında torus ve nefes bilgileri vardır. Sesler ve nefes kullanılarak yapılan çalışmalar, kabalistler tarafından gizemle saklanmaktadır.


Torus Nefesi

Torus kafesinin en büyük gizemi, bilinci zaman boyutunun içinde sıçratabilmesidir. Bir bilincin kendi tüm zamanlarının içindeki bu yolculuğu yapabilmek için özel bir nefes tekniği kullanılmalıdır. Merkezde bulunan kalp bölgesinden başlayarak oluşturulan dairesel manyetik alanlar, çakraları takip ederek dışarıya doğru genişletilir. Bir insan torusunun içinde merkezden başlayıp dışarıya doğru büyüyen içiçe geçmiş üç tane torus küresi vardır. Her alan belirli bir zaman boyutunun kademesi içine girilmeyi sağlar. En dıştaki makro torusa ulaşıldığında, nefes alan varlığın tüm zaman potansiyellerinin alanına ulaşılmış olur. Bu potansiyeller, hem geçmişi hem de geleceği kapsar. Torusun örüntüsü içinde içiçe geçmiş manyetik iki ana bölüm vardır ve bir bölüm geçmiş zamanı, bir bölüm gelecek zamanı kapsar. Her ikisine de girebilmek için önce kalp merkezindeki sıfır noktasındaki bilinç anında olmak gerekir. Beyine ve bedene gerekli kimyayı yaşatırsanız, Torusunuzun mutlak sıfır noktasında kalıp, geçmişlerinizi ve geleceklerinizi izleyebilirsiniz.



Bilincin, nefes ile hem geçmişe hem geleceğe tanık olmasının çok iddialı bir söylem olduğunu düşünebilirsiniz. Ama Torus örüntüsünün hem matematiksel, hem manyetik, hem zamansal yetkilerini incelerseniz ve nefesi iyi tanırsanız bunun imkansız olmadığını anlayabilirsiniz. Bir yıldan fazla bir süredir nefesle yaptığım uygulamalarda bilincin yaptığı bu yolculuklara tanık oldum ve kanıtları görmenin şaşkınlığı içindeyim, isteyen herkesi de uygulamaya tanık ederek şaşırtmaya hazırım… Siz de Torus Torus enerjinizi dengeleyerek, bilincinizle kendinizin yeni zamanlarına (neotimes) ulaşabilirsiniz…

Nesrin Dabağlar
Ruhsal Gelişim Danışmanı- Nefes  Terapisti

Torus Nefesi

Torus Nefesi




Son günlerde tüm zamanların en yoğun ve baskıcı enerjileri ile karşı karşıyayız. Geçmişte halletmediğimiz, halı altına süpürdüğümüz tüm çöplerimiz ortaya saçıldı ve beni evinin dışına atmalısın diye bağırıp, yüzümüzü gözümüzü tırmalıyor. Çöpler evimizi o kadar doldurdu ki, hareket alanımız kalmadı, sıkıştık, sıkıştırıldık. Tüm bedenimiz ağrılar ile sarılmış durumda. Tüm benliğimiz bir kafesin içinde çırpınıyor. Nefes dahi alamıyoruz adeta… Özgürleşmemiz gerek, genişlememiz gerek, büyümemiz gerek. Haydi, haydi haydi diyen sesi hepimiz duyuyoruz. Vaktin kalmadı HAYDİ !!!

Enerjinin altında ezilen varlığımızın zincirleri koparan bir Herkül gibi devleşmesi gerek. Bu aşamada atomik boyuttaki bedenimizin etrafını saran manyetik alanı çıkış kapısı gibi kullanarak dalga evrenimize ve özümüze ulaşmamız gerek.

NE YAPMAM GEREKİYOR?…. NEFES ALMAN GEREKİYOR…

NASIL NEFES ALACAĞIM ?

Etrafındaki TORUS alanının ne olduğunu öğren öncelikle…

TORUS Bilgisi için Tıkla: http://www.neoder.org/?p=3278

Ve nefes alarak onu aktive et!!!

TORUS NEFESİ NEDİR?

Dünyanın, gezegenlerin, güneş sisteminin, uçağın, uçan dairenin ve atomun dönüşü üzerinde torus örüntüsü vardır. Evrenin modelinin de torus şeklinde olduğu kabul ediliyor.
torus nefesi


Kutsal bir geometri olan torus örüntüsü, insanın bedeni üzerinde de manyetik olarak vardır. İnsan bedeninde çakralar, Torusun merkezinden geçen ana hat üzerindedir. Tepe çakrası ile kök çakra arasındaki manyetik alanın merkez noktasında ise kalp çakrası vardır. Kalbin taşıdığı yüksek manyetik alan, bedenin etrafındaki torus manyetiğini de açıklar. Nefesin ritmi, kalbin dairesel yayılımı ile senkronize olduğunda merkezinde kalbin olduğu büyük bir torus kafesi yaratır. Çakraların durumu, kişinin torus kafesinin şeklini, gücünü ve kalitesini etkiler.



Nefesi yöneterek bu manyetik alanın yönetilmesi mümkün müdür?

Nefes ile insan etrafındaki manyetik alanın tam kapasite ile dengeli olarak devreye girmesi mümkündür. Bu manyetik alan 17 metreye kadar etki yaratacak büyüklüğe gelebilir. Tüm çakraların dengeli ve tam güçle enerji ürettiği bir beden dengesi, kalp elektromanyetiği ile birleştiğinde, bedendeki tüm doku, hücre ve DNA’nın yarattığı titreşimler, zihnin ve bilincin ortak niyetinin emrine girer. Bu birliğine ulaşıldığında oluşacak olan enerjetik beden, evrenin kozmik kafesinin yetkilerine sahip olabilir. Evrenin frekansında titreşebilen insan, kozmik ile bütünleşir. Bu bütünleşme sırasında insanın ulaşacağı enerji, Torus örüntüsü kurallarına göre çok yüksek bir güce ulaşır. Bilinci ile kozmiğin kafesi içinde dolaşabilir, bilgi alabilir, yolculuk yapabilir. Niyeti ile kozmiğin kuantum alanı içinden herhangi bir dalgayı kendi realitesine çökertip, pek çok şeyi gerçekleştirebilir. Kadim bilgilerde bu nefes ile başka bir boyuta geçmenin mümkün olduğu da söylenir.
torus nefesi
Merkezde bulunan kalp bölgesinden başlayarak oluşturulan dairesel manyetik alanlar, çakraları takip ederek dışarıya doğru genişletilir. Bir insan torusunun içinde merkezden başlayıp dışarıya doğru büyüyen içiçe geçmiş üç tane torus küresi vardır.


Her alan belirli bir boyutun kademesi içine girilmeyi sağlar. En dıştaki makro torusa ulaşıldığında, nefes alan varlığın tüm zaman potansiyellerine ulaşılmış olur. Bu potansiyeller, hem geçmişi hem de geleceği kapsar. Her ikisine de girebilmek için önce kalp merkezindeki sıfır noktasındaki bilinç anında olmak gerekir. Beyine ve bedene gerekli kimyayı yaşatırsanız,

Torusunuzun mutlak sıfır noktasında kalıp, geçmişlerinizi ve geleceklerinizi izleyebilirsiniz.

Torus nefesi ile beden gücünüzü arttırıp, enerjinizi güçlü tutabilirsiniz.

Torus nefesi ile şifa çalışabilirsiniz.

Torus nefesi ile ruhsal ve bedensel dengenize katkıda bulabilirsiniz.

Torus nefesi çakra dengelerinizi sağlayabilirsiniz.


Nesrin Dabağlar
Ruhsal Gelişim Danışmanı- Nefes  Terapisti

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Musa' nın Duasındaki Harun Kim....

Musa’nın Duasındaki Harun Kim ?

Kalp Merkezinden Yayılan Manyetik Alan


Yalnızlık, insanın her yaşta ve her yaşam realitesinde birinci sorunudur. İnsanların iyi kötü yaptığı tüm eylemlerin de gerçek sebebidir. İnsan sürekli ve sürekli bu yalnızlık duygusunu yenmek ve kendini tamamlama ihtiyacı ile yaşar. Bu tamamlanma ihtiyacı, maddesel ve dışarıdan gelen koşullarda aranır. İşte, eşte, eşyada, başarıda aranan tamamlanma ihtiyacının başvuru yönü hep dışarıya doğrudur. Oysa….

O tamamlanmanın sırrı çok da basittir. Kendi içindeki dişil-eril yanın dengesidir gerçek tamamlanma. Bedendeki sinir ve beyin sistemlerini incelediğinizde bulursunuz bu dişi ve erilin denge kanallarını. Örneğin sağ burun kanalınız eril sistemi, sol burun kanalınız dişil sistemi oksijenlendirir. Dişil sistem manyetik, eril sistem elektriktir. Manyetik ve elektrik özelliklerini düşündüğünüzde basitçe algılarsınız aslında bu sırrı. Elektrik; düz-lineer-sıralı akar, manyetik ise küresel yayılımlıdır. Bütünsel dengeyi amaçlayanlar, her şeyi bu basit sır ile düşündüğünde çözümleri de kolay bulurlar.

Mavi Elmas Enerjisi bilgilerinde, ikili kutup olarak evren ve yeryüzü arasında bocalayan insanın, beden merkezindeki kalp titreşimiyle bu ikili çatışmanın dengeleneceği bilgisi vardır. Kalp, yaydığı yüksek manyetik enerji ile beden etrafında torodial bir denge alanı yaratır. Bu alan sevgi titreşimiyle oluşur. Birinci beyin ve ikinci beyinden sonra kalbin de nöronlar taşıdığı ortaya çıkmıştır. Yani üçüncü beyin vardır bedenimizde. Bu beyin, sevginin aktarımından sorumludur. Dünya sisteminin düalitikliğinden (ikiliğinden) farklı olarak, Dördül – Quadik bir sistemle çalışır. Dört çekirdekli işlemci gibidir.


Arapçadaki SADR kelimesi, göğsü, sineyi, kalbi anlatır. Kelimenin gerçek anlamı dört yana yayılan kuvvet demektir. Sadrazam kelimesi dört yöne hakim azamet demektir örneğin.

Kâle rabbişrah lî sadrî. Taha 25. ayet Musanın duasıdır. Göğsümü genişlet diye meal edilir. Bişrah, yarılma yani inşirah kelimesinden gelir. Göğsümü dört yöne yar ve aç der Musa. Duasının sonrası şöyle der; dilimi çöz ki beni anlasınlar…

Musanın istediği gerçekte nedir? Musanın istediği tam olarak şudur: Kalbinin dört yana genişlemesi sonucunda sevgi titreşimi yayarak, yalnız hissedenlerle gerçek bir iletişim kurmak…Mavi Elmas Enerjisinin 6. Sembolünün amacı tam da budur: SEVGİ TİTREŞİMİYLE HERKES İLE BÜTÜNLEŞMEK…

Bu sevgi titreşiminin sırrı, 4 sayısında saklıdır. Göğüsten dört yana doğru genişleyerek nefes almak, sadr -i azam yani dört yöne hakim olmakla sonuçlanır. Kendindeki dört yöne hakimiyet, benliğin tüm veçhelerine hakim olmaktır. Bu hakimiyet, kalp nöronlarının çalışmasına, insanın alt dünya ve üst dünya arasında çatışma yaşamasına engel olur ve bir denge yaratır. Mikail bilgilerinde Mavi Elmas enerjisi için önerilen kalp ile nefes almak budur. Kalpten başlayan nefesler ile kalp gözü açılır. Kalp gözü açılan insan, sevgi titreşimini yayar ve paylaşır.

Dünya cehenneminin şu an ihtiyacı olan tam da budur… Yalnızlık duygusu ile çalan, öldüren, katleden, adaletsiz, düzensiz ve bencil olan insan ancak sevgi enerjisinin bütünleşmesini duyarak gittiği yanlış yoldan döner. Kötü diye tanımladığımız tüm insanların, yalnız olmadığını hatırlaması, hissetmesi, duyması gerekir.


Mavi Elmas enerjisi ile titreşenler, bu görevi zihinsel olarak fark edemedikleri bir boyutta kabul etmiş varlıklardır. Sadr’in yani kalbin titreşimini dünyaya yaymak onların görevidir. Kendini yalnız hissedenlerin duyması gereken titreşim bir anten gibi onların bedenlerinden yayılır. Mavi Elmas enerjisiyle dokundukları herkes ve her şeye sevgi tohumunu kodlarlar. Bu kodun titreşimi şifadır. Mavi Elmas Kodu, bencilliklerin, kötülüklerin, haksızlıkların, hırsızlıkların, cinayetlerin şifasıdır.
Musanın duasının tamamı şudur:

Kâle rabbişrah lî sadrî. Ve yessir lî emrî. Vahlul ukdeten min lisânî. Yefkahû kavlî. Vec’al lî vezîren min ehlî. Hârûne ahî. Uşdud bihî ezrî. Ve eşrikhu fî emrî. Key nusebbihake kesîrâ. Ve nezkureke kesîrâ. İnneke kunte binâ basîrâ.
Kısa meali de şudur:

Rabbim; göğsümü dört yana aç ve işimi kolaylaştır. Benim dilimdeki düğümü çöz ki anlasınlar. Dünya bedenime, enerji bedenimi-çiftimi de yardımcı kıl, benim yerime o çalışsın. Gücümü onunla bütünleştirerek arttır. Eylemlerimde onu bana ortak kıl. Ki onunla birlikte titreşelim ve bunu yayalım. Bunu ancak sen görüp OL’durabilirsin…

Bu duada kendisine yardımcı kılmasını istediği “Hârûn”, Musa’nın ışıklı enerji ikizidir. Hur-ıyn ve Harun kelimelerindeki HR harfleri ışıklı eş ve kaynağın özü anlamındadır. Huri, cennetteki eşimiz olarak bilinir, Harun ise dünyadaki bedenimizin enerji eşidir. H harfi bütün temel alfabelerde çift ile buluşulan bütünleşmeyi ifade eder. R harfi ise yaradanın kaynağını anlatır bütün dil ve dinlerde… RA, RAB vb.

Musa’nın göğsünü dört yana açarak elde edeceği durum, kendi enerji ikiziyle bir birleşmedir adeta. Kendisinin ışıklı eşi ile birlikte çalışmak ister Musa… Benim yerime benimle birlikte o da çalışsın, bana vezirlik etsin der… Ancak bu birleşme gerçekleştiğinde yayılacak bir titreşimin BİR’in kaynağını yansıtacağını bilir. Duadaki son ayette Kun ve bina kelimeleri, kurmak, oldurmak anlamında ancak yaratıcının gerçekleştireceği bir OL halidir. Bina kavramı, görünen yapısal bir hali anlatır. Bu birleşme ve bütünleşmeyi gerçekleştirmesi için Rabbinden izin ister. Bu birleşme gerçekleştiğinde oluşacak yeni bir VARLIK halinin yaradanı anması, onun için titreşmesi söz konusudur.

Allah, Musa’dan azan Firavun ile iletişim kurmasını istemiştir. Musa; Firavuna ulaşıp uyarabilmek için göğsünün dört yana inşirah edilmesini yani açılmasını ve enerji bedeninin (Harun) kendisine yardım etmesini talep etmiştir. Bu zor görevi ancak böyle bir bütünleşmenin gücüyle yapabileceğini bilen Musa’nın duası, hepimizin duası olsun…

Kalplerimiz açılsın ve Harun’larımız bizimle olsun…

Nesrin Dabağlar

Kişisel Gelişim Nefes Terapisti

15 Mayıs 2015 Cuma

Hayatınızdaki Herkes Bir Çakranızda Taht Kurar..



Hayatınızdaki Herkes Bir Çakranızda Taht Kurar..

Bedeninizin duygularınızın aynası olduğunun farkında mısınız? Peki hayatınızdaki herkesin çakralarınızdan en az birinde taht kurup yerleştiğini biliyor musunuz?

Tüm düşünceleriniz ve duygularınız, vücudunuzun bir bölgesinde hücresel olarak iz bırakır. Duygular, kimyasal olarak bedeninizde üretilen moleküllerdir. Bu moleküller, enerji döngüsünü doğru tamamlayamaz iseler, hücrelere atıklarını bırakırlar. Bu enerjisel atıklar, genellikle ilgili endokrin bezin olduğu bölgeye etki eder. Kelimeleriniz dışarıya çıkamayıp boğazınızda düğümlendiyse, boğaz çakrası alanında, kalbiniz kırıldıysa, kabullenemediyse kalp çakra alanınızda, özünüzden gelen yaratımı dışarıya doğuramadıysanız sakral alanınızda enerjisel blokajlar vardır.

Her endokrin bezin görevi, kendisinin ilgili olduğu alanda sizin yaşamınızı kolaylaştırmaktır. Örneğin kök çakradan sorumlu böbreküstü bezlerininin görevi, size yaşama çoşkusu ve sevinci vermektir. Ürettiği hormon adrenalindir. Yaşama çoşkunuzu ketleyen olaylar ve kişiler kök çakranızda yerleşir. Çok susturulan, haklarını arayamayan, zorla sabır göstermesi istenen insanlarda boğaz ve tiroid sorunları görülür. Bir kişi ya da olay karşısında susuyorsanız; o olay ya da kişi boğaz çakranıza blokaj olarak yerleşir. Yakınlarınıza, kendinize, hayata gelecek konusunda güvenmiyorsanız dalak ve pankreas sorunu yaşarsınız. Size yapılanı hazmedemediyseniz, kızgınsanız karaciğerinizde yani solar çakranızda sorun vardır. Güvenmediğiniz eşiniz, işiniz, arkadaşınız solar çakranıza yerleşir.


Kısacası kavram ve kişiler ile sizin ilişkiniz hangi duyguya bağlı ise, o duyguyu üreten endokrin bezin sorumluluk alanında enerjisel blokaj ve zamanla da fiziksel rahatsızlık yaşarsınız. Bedeninizdeki her hastalığa karşı hayatınızda en az bir kişi vardır. Üstesinden gelmeniz gereken her duygu için yaşamınızda görev almış kişilerdir onlar. Yüksek bütünden baktığımızda ise en değerli öğretmenlerinizdir o kişiler. Her çakranın dolayısıyla her endokrin bezin sorumlu olduğu bir farkındalık seviyesi vardır bu nedenle. Siz sırasıyla aştıkça yukarıya doğru yükselir farkındalık seviyeniz.

Duygularınızın, blokajlarınızın ve kişilerinizin bedeninizde hangi bölgede olduğunu tespit edebilirsiniz. Aranızdaki iletişimi bir türlü dengeye getiremediğiniz kişilerin bağlı olduğu endokrin bezi tespit ettiğinizde daha kolay şifalandırırsınız. Hipokratif tıpta bir hastalık semptomunun hangi organa bağlı olduğunu tespit etmek gibidir bu. Yerini ve sebebini bildiğiniz bir hastalığı yenmek kolaydır.

Maddesel-organsal anatomi ile birlikte “Enerjisel Anatomi”yi bilmek, mucizevi şifaların kapılarını açar. Enerji bedeni, nefes ile direk bağlantılıdır. Enerjisel Anatomiye göre tedavi etmenin yolu da nefesten geçer.

Şifayı bulabilmek için, önce blokajın yeri enerji bedeninde tespit edilmelidir. Dedektif Nefes Uygulaması, bedeninizdeki blokajların yerini, çakralarınızın aktifliğini, hayatınızdaki kişiler ile ilişkilerinizin hangi çakra alanınızla bağlı olduğunu keşfetmenize yardım eden bir nefes uygulamasıdır.

Dedektif Nefesi Uygulama:

Sessiz bir ortamda bir sandalyede beden dengeniz eşit olarak oturmalısınız. Sırtınız ve omurganız dik, bel hafif çukur, omuzlar hafif yay hareketiyle geriye atılmış olmalıdır. Kuyruk sokumunuz dışında kalan sırtınızın diğer kısımları sandalyeye dayanmamalıdır. Ayaklar yere temas etmeli, elleriniz ise dizlerinizin üstünde sakince durmalıdır. Oturuş pozisyonunu aldıktan sonra gözlerinizi kapatın.
Bir soruna ya da hayatınızdaki bir kişiye odaklanarak, derince bütün dairesel nefesler alın. Nefesiniz kalp bölgenizden başlayarak dışarıya doğru genişlesin. O kişi ya ya da kavramla ilgili tam konsantrasyon sağlayana kadar nefes alıp vermeye devam edin. Bunun için süre sınırınız yok. Ne zaman hazır hissederseniz o zaman alabildiğiniz kadar büyük derin bir nefes alın ve bir süre bekleyip güçlü ama acele etmeden ağzınızdan “haaaaaa” sesiyle nefes verin. Bu sırada boğazınızdan çıkan enerji yuvarlak ve derin olmalıdır. Nefesinizi verirken hiç acele etmeyin, nefesiniz tamamen bitene kadar nefesi izleyerek bitirin. Dışarı çıkardığınız hava tamamen bittikten sonra da bir süre gözler kapalı ağzınız açık bekleyin. Bu işlemi sadece üç kere tekrarlayın. Eğer yeterli bulmuyorsanız bir süre ara vermeden tekrarlamayın.


Bu sırada bedeninizi gözlemleyin, bedeninizde hangi bölgede titreşim, acı, sıkıntı, ateş, yanma olduğunu keşfetmeye çalışın. Sorunun hangi çakra bölgesinde olduğunu verdiğiniz nefesin sesini izleyerek keşfedebilirsiniz. Nefesiniz en alttan başlayarak sırasıyla kök, sakral solar, kalp, boğaz, bölgesinden dışarıya çıkmaya başlayabilir. Tıkanmanın nereden başladığını algılamaya çalışın. Kişiler arasındaki farkı anlayabilmek için örneğin üç kişi seçip, her birisi için üçer kez çalışıp, aralarındaki ses-nefes-titreşim farkını keşfedebilirsiniz.

Çalışma bittikten sonra kişileriniz ile ilgili titreşim aldığınız çakranın sorumluk alanını hatırlayın ve o kişi ile ilgili yaşam dersinizin nasıl isabetli olarak çakıştığına şaşıracaksınız. O kişi ile iletişiminizi şifalandırmak için o çakranız ile nefes çalışmaları yapabilirsiniz.

Tüm yaşamınız özgür nefeslerle dolsun…
Nesrin Dabağlar
Nefes Koçluk Eğitmeni

Sweep Nefes ile Çakra Temizliği


Sweep nefes; sorunlu olduğun düşündüğünüz çakranızı süpürüp, şifalandırmak için kullanılan nefes uygulamasıdır.



Çakraların her biri vücudunuzdaki bir bezin karşılığıdır. Çakraların tıkalı olması, ters yönde çalışması, ya da yetersiz çalışması demek, ilgili bezin çalışmasında sorun olması demektir. Endokrin sistem olarak adlandırılan bezlerin, bedenin kullandığı enerjiden yeterince pay almaması, ya da negatif enerjiye maruz kalması sorunun başlangıcıdır. Bezlerin hücrelerine yeterince oksijen gitmiyor olması, onları beden enerji sisteminin dışına atar. İhmal edilmiş aile bireyleri gibi küser ve yeterince verimli olamazlar. Bu sırada fiziksel olarak çalışmaya devam etmek zorunda olduklarından hücrelerinin içinde toksinler birikmeye devam eder. Bezlerin dokularında biriken toksinler zamanla sistemlerinde arızalara neden olur. Toksinlerin vücuttan atılmasını %70 oranında solunum işlemi gerçekleştirir. Bezlerin hücrelerinde birikmiş bu toksinleri temizlemek, yenilenmelerini sağlar. Bu temizlik detoks gibidir ve yine soluma yoluyla yani nefesle mümkündür. Düzenli, sürekli ve disiplinli nefes detoks çalışmalarıyla endokrin bezlerinizi temizleyip, hücrelerini yenileyebilirsiniz. Derin ve büyük hacimli nefesler alınıp, uzun süreli nefes vermek, toksinlerin atılmasını kolaylaştırır.

Nefesin taşıdığı güç iki türlüdür. Birincisi mekanik ve kimyasal işlemin meydana getirdiği Elektrik Güç, ikincisi farkındalığınızın nefesinizle buluşması ile yakaladığınız Manyetik güç… Prana denilen nefesin ruhu, bu manyetik güçtür. Nefesin taşıdığı bu manyetik enerjiyi bükerek yapamayacağınız şey yoktur. Beden üzerindeki mekanik ve manyetik enerjiyle nefesinizi aynı frekansta titreştirmek bu yetkiyi kullanmanızı sağlar.

Sweep Nefes bu bilgilerle hazırlanmış bir tekniktir.

Öncelikle hangi çakranızda enerji sorunu olduğunu bilmelisiniz. Çakralarınızın enerjilerini algılayabilmek için Dedektif Nefesi kullanabilirsiniz.



Sweep Nefesi Nasıl Uygulayacaksınız?

Oturur ya da yatar pozisyonda olabilirsiniz. Ortamınız sakin olmalı, tütsü, mum ve müzik kullanabilirsiniz. Nefesiniz kesinlikle Round nefes olmalıdır, yani küresel alınan bir Torus nefes. Torus küresinin içinden kalın bir enerji kanalı geçer ve üzerinde çakralarınızın her biri bir girdap gibi döner. Kanalın akışı çakra girdaplarından doğrudan etkilenir. Çakralar tıkalı olduğunda enerji kanalınız da tıkalıdır.

Derin bir nefes alarak hedeflediğiniz çakrada nefesinizi kilitleyin ve bu çakrada bir süre durun. Sonra zihninizde ya da ellerinizle çakranızdan başlayıp, her iki yana doğru tıpkı bir soba borusunu içten küreyerek süpürüp temizler gibi imajinasyon yapın ve tekrar çakra merkezine dönün. Bu sırada yaptığınız şey, enerji bedeninizin o alandaki negatiflerini küreyerek almaktır. Çakra etrafından temizlediğiniz negatif enerjiyi çakranın ortasından nefes vererek dışarıya gönderin. Verdiğiniz nefes, uzun süreye yayılan güçlü ama yavaşça verilen bir nefes olmalıdır. Kök ve sakral bölgenizin tüm kaslarıyla yapmalısınız ve karnınızı içe çekilecek kadar boşaltmalısınız. İçinizden dışarıya attığınız hava bittiğinde 4-5 saniye kadar bekleyin ve çakra bölgenizdeki hücrelerin titreşimlerini hissedin. Onlarla iletişim kurun, ihmal ettiğiniz, dışladığınız her an için özür dileyin, onlarla bütünleşin. Bu sırada çakranızda dışarıya doğru açılan bir hareket hissedeceksiniz. Bu çalışmayı en az 7 dakika ve 7 gün uygulayın. Sorunlu çakranızla ilgili durumların ve enerjinin hayatınızda nasıl değiştiğini sevinçle izleyeceksiniz.


ÇAKRALAR

1 – KÖK ÇAKRA (VARLIĞIN TEMELİ-YAŞAM ENERJİSİ)

Endokrin sistemde Böbreküstü bezleridir.


Sanskritçe’ “MULAHADRA” veya ilk çakra ya da temel çakra olarak geçen ilk enerji halkası belkemiğinin altında bulunmaktadır ve alt bölgeleri sarmaktadır. Karşılığında heyecanlı olaylar veya algılanan tehlikelere tepki olarak içgüdüsel ve hemen cevap vermek için adrenalin salgılayan adrenalin bezlerine yaşama kuvveti sağlamaktadır.

Bu çakra tıkalı, bloke edilmiş veya kapanmış ise ortaya çıkan fiziksel belirtilerin arasında kabızlık, hemoroitler, obezite, siyatik ağrısı, artrit, diz sorunları, iştahsızlık hastalığı ve intihar vardır.

Kök Çakra hayatınızı fiziksel varlığa bağlamaktan sorumludur. Dünya üzerindeki enerjik ve ruhsal temelinizin merkezidir, hayatta kalma içgüdülerimizin kaynağıdır. Kök çakra bizi maddesel özümüze doğru çeken bir güce sahiptir. Hayatta kalabilmemiz ve yaşamı devam ettirebilmemiz için gerekli enerjiyi sağlar. Blokaj durumunda korku, güvensizlik, tedirginlik yaşanır. Kök Çakra, toprak ve kırmızı renk ile ilişkilidir. Çakra bağlılık, belli bir miktar durgunluk, kabullenme ile tanımlanır. Kök çakra kabullenme duygusu ile bizim bir numaralı önceliğimiz olan hayatta kalma üzerinde odaklı kalmamızı teşvik eder. Kök Çakranın manevi prensibi; doğal yaşam gücü ve zevki, denge ve dünya’ya güven duymaktır. Ana prensibi ise varolma ve yaşama iç güdüsüdür. Eğer kök çakrada problem yoksa kişinin endişe, korkuları yok olur ve dünya da güven içinde olur. Kişide yaşama isteği ve yaşamdan zevk alma gözlenir. Kişi dünyadaki her şeyi ve herkesi olduğu gibi önyargısız ve koşulsuz sevgiyle kabullenir.

2 – SAKRAL ÇAKRA (CİNSELLİK VE TUTKU- YARATIM)

Endokrin sistemi Eşey bezlerdir.


Sanskritçe’de SWADHISTHANA veya merkez çakra olarak bilinir. Göbeğin iki üç parmak altında ilk bel omuru bölgesinde yer almaktadır. Çakra kanalı üreme organları, böbrekler, mesane, kan, sindirim asitleri ve benzeri vücut sıvıları, erbezleri, leğen kemikleri, yumurtalıklar ve bağırsaklara yaşama kuvveti sağlamaktadır. Aynı zamanda yaşama enerjisi ile gelişen bir odak sağlamaktadır. Sakral Çakra tat alma duyusu ve derin hayati nefesten de sorumludur. Çin tıbbına göre derin nefes almayı böbrekler mümkün kılar, böbrekler güçlü ve canlı iken nefesi ciğerlerin altına doğru çekerler. Böbrekler zayıfsa nefes sığdır ve kişi gergin, sinirli ve korku doludur. Ayrıca boğaz çakrasına bağlı yaratıcılığımızın da merkezidir. Çakranın ana biyolojik fonksiyonları cinsel organların idamesi, cinsel ilişki güdüsü, fiziksel mutluluk isteği ve bununla ilgili tüm sosyal konulardır. Sakral çakra bizi kök çakranın bireyselleşmiş durum ifadesinden bir eş ve sosyal etkileşim arayışına yönlendirir.

Bu çakra süzülmemiş ilkel duyguların, cinsel arzuların ve yaratıcılığın merkezi olduğu kadar kişinin imgeleme eşiğini de yükseltir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri de “imgeleme”, yaratıcı güçtür. Anda kalmak bu çakra olumlu etkiler. Tüm hastalıkları kendimiz oluştururuz. Her deneyim biraz daha büyümemize yardımcı olur. Geçmiş ve gelecek bütünün içindedir. Şimdide kalarak, anı yaşamak endişe ve kaygılardan bizi kurtarır. Sakral çakra ve Boğaz çakrayı dengeleme yaparak çalışmak, bu iki çakra arasındaki ilişkiyi düzene sokar, dengeyi sağlamaya yardımcı olur.


3 – SOLAR PLEKSUS ÇAKRA (GÜÇ -HAKİMİYET VE EGO- GEÇMİŞ VE GELECEK)

Endokrin sistemi Karaciğer, Safra, Dalak, Pankreastır.
Sanskritçe’de MANIPURA veya mücevher merkezi diye adlandırılır. Midenin girişinde ve sekizinci göğüs omuru bölgesinde yerleşmiştir.
Sırtın alt kısmı, sindirim sistemi, mide, karaciğer, dalak, safra kesesi, deri, pankreas fonksiyonları, göbek deliğinin üst kısmında yer alan üçüncü çakranın kontrol ettiği bölgelerdir. Solar Pleksus çakra, Pankreasa yaşama kuvveti sağlamaktan sorumludur. Aynı zamanda elektromanyetik enerjiyi karaciğer, safra kesesi, dalak ve mideye yönlendirir. Pankreas tabii ki kan şekerinin hücrelere yakıt olarak gitmesini sağlayan insülin yaratmaktan sorumludur. Bu yüzden çakra metabolizma ve hücrelerin temel çalışması ile ilişkilendirilir. Metabolizma gerçekte hücrelerin içinde minicik bir ateştir; Bunun sonucunda solar pleksus çakra geleneksel olarak ateş elementi ile ilişkilendirilir. Bu bağlamda çakranın ateş sıcaklığı, enerjiyi ve aktiviteyi sembolize eder. Güneşi yani güç merkezini simgeler.


4 – KALP ÇAKRA (BİRLİĞE UYANMAK- KOZMİK KALP BAĞLANTISI)
Endokrin bezi Timüstür.

Kalp çakra geleneksel olarak “vurulmamış” anlamına gelen Sanskritçe ismi ANAHATA ile bilinen dördüncü çakra kalbe yaşama kuvveti sağlar. Kalp çakrasının adı “ANAHAT” beş duyunun hakimiyetinin ötesinde duyulan evrensel bir ses çıkartmak anlamına gelmektedir. “Vurulmamış” bir ses olması kaynağının olmadığı ama var olduğu anlamına gelir. İlgili organları sırtın üst kısmı, kalp, göğüs kafesi ve boşluğu, kan dolaşımı sistemi, deri’dir. Aynı zamanda timus bezine, ciğerlere, kollara ve ellere yaşama kuvveti sağlar.

Kozmik ailenin bir üyesi, gerçek insan aşamasına geçiştir (Özümüzdeki insana geçiş: İnsan Tanrı’nın özünden yaratılmıştır ve kozmik aileye dahildir. Bilinç yükseldiğinde kişi kozmik frekansa geçmiş olur).

Bir kişinin bilinci Solar Pleksus çakradan kalp çakraya ilerlediğinde hayatında bazı krizler ile karşılaşır. Bunun sebebi kalp çakrasının kısa süre sonra bilinçteki en dramatik değişiklikleri getirmesidir. Konuyu daha da açıklarsak; Ayurvedik tıpta kalp çakrası hava elemanı ve dokunma ilkesi ile ilişkilendirilmiştir. İyileştirici dokunuş bu çakradan yapılır. Kalp çakrası insanlar arasındaki birliği, gerçekte ortak olarak sahip olduğumuz hayatı görme kabiliyetidir. Birlik içinde ve toplu terimlerle anlaşılan her şey kalp çakrasından gelir. Kalp çakrası, insanları sevgi gizeminde birleştirir.

1.2. ve 3. çakralar: Alt (maddi) çakralardır. 4. Çakradan itibaren frekans yükselir ve manevi çakralar başlar. Bu çakra iyi çalışırsa hastalıklı ya da acı çeken bölgeye enerji göndererek o bölge iyileştirilir. Öfke, kızgınlık, nefret ve kırgınlık burada nötrleştirilir. Kalp çakrasının enerjisi çok kuvvetlidir ve açıldığı zaman başkaları üzerinde de iyileştirme özelliği gösterir. Yeşil renk tedavi ve uyumun rengidirKalp çakrasının uyumsuz çalıştığı durumlarda vücudumuzda görülebilecek fiziki rahatsızlıklar; kısa ve sık nefesler, nefes alma güçlükleri, yüksek tansiyon’dur. Psikolojik açıdansa; bağımlılık, evham, endişe, alınganlık, melankoli, yalnızlık korkusu, duygusal bağlılıktan korkma ya da aldatılma korkusu yaşanabilir. Şifa verebilmek içinde kalp çakrasının açık olması gerekir. Şifa veren kişinin aurası yeşil renktedir.

5 – BOĞAZ ÇAKRA (SES VE DUYUŞ ALEMİ- HAYATA KENDİNİ İFADE ETMEK)

Endokrin Sistem Troid ve paratroid bezleri

“Arınma” anlamına gelen Sanskritçe VISHUDDHA olarak tanımlanan boğaz çakrası, boğazın üstünde hem troid ve paratroid bezlerine hem de gırtlak, boyun, ense, ciğer, broşlar, kulaklar, yemek borusu, ses telleri, çene, dişler, alciğerlerin üst kısmı, omuz ve kollara hayat sağlar.

Bu çakra konuşma merkezi ve duymayla ilgilidir. Negatif enerjilerden koruyucu özelliği, eskiçağlardan beri bilinip kullanılan, özgürlüğü ve sakinliği temsil eden “mavi” çakranın rengidir.. Bu çakra; iletişimin, ifadenin merkezidir, alt çakralarla taç çakra arasında bağlantı kurar. Boğaz çakra Yaradan’ın flütü olarak adlandırılır. Varoluşun üst aşamalarına geçiş kapısı olan bu merkez, üst boyutlarda ve yükselmiş üstatlar arasında kişinin kendini ifade etmesinde aracıdır. Dış dünyaya açılan bu çakra, varoluşun seste yankılanmasıdır. Yaradan’ın flütü, düşünce ve duyguları ses vibrasyonuyla dışarıya iletirken; kulaklar, dışarıdaki iletiyi içeri alır. Hem içe hem dışa açılma özelliği taşıyan tek çakra boğaz çakrasıdır. Boğaz çakrasının arzuyla gerçekleştirdiği konuşma, kalbin tatlı melodisini taşımalıdır.

6 – ALIN ÇAKRA (ERDEM VE ŞEKİLLER- HOLİSTİK GÖRÜŞ)

Endokrin Sistem Hipofiz bezi

Sanskritçe ismi AJNA “emir” olarak bilinen alın çakrası düşünce merkezi ve denetimini sağlar, beynin ortasında yer alır. Üçüncü Göz, Alın Çakra, Ajna Çakra veya Bilgelik gözü olarak bilinir. Yüksek zihinsel güçlerimizin, hafızamızın ve irademizin merkezidir. Sinir sisteminin merkezidir. Görme merkezidir. Bilincin geliştirilmesi ve üçüncü gözün açılmasıyla düşüncelerin denetlenmesi öğrenilir. Birçok otorite çakranın endokrin sisteminin yönetici bezesi olan hipofiz bezi ile ilişkili olduğunu söyler. Bu salgı bezi, hemen hemen tüm endokrin işlevlerini kontrol eder. Böylece vücudun günlük işlemlerini, büyüme ve gelişimini etkiler. Çakranın temel duygusu bilgeliktir. Çakranın insan varlığı olarak ifadesi; Büyük bir bütünün parçası olma hali (alt çakralarda “ben”(ego) vardı burada BİZ var). Manevi prensibi; Sezgilere güvenmedir.

Alın çakrası mükemmel bir bilme ve bilgelik dünyasıdır. Üçüncü göz’ün dengesiz ve kötü çalışması halinde fiziki bedende migren, şiddetli baş ağrıları, körlük ya da görme bozuklukları, sinirsel iltihaplar ve rahatsızlıklar, beyin kanamaları, beyin tümörleri,felç olabilir.

7 – TAÇ ÇAKRA (TEKLİK- BÜTÜNLEŞME-TAMAMLANMA)

Endokrin Sistem Epifiz bezi

Taç çakrası olarak bilinen yedinci çakraya Sanskritçede “SAHASRA” yani “bin” ya da “bin taç yaprağın ışığı” denir. Kafanın arkasında bıngıldağın hemen üstündedir. Bu çakra beyin zarı ve merkezi sinir sisteminin büyük bölümünü besler. Birincil işlevi anlayışı birleştirmek ve tüm düşüncelerin bilinç durumlarını bütünlemektir. Taç çakrası tüm duyuların ve kabiliyetlerin eş zamanlı kılınması, böylece dünyanın uyumlu hale getirilmesinden sorumludur. Taç çakrasında meydana gelen bozukluklar depresyon, akıl hastalığı, öğrenememe ya da düşünce, durum ve insanları kavrayamama sorunu olarak ortaya çıkar. Taç çakrası Hinduların Brahman olarak tanımladıkları bilinç ötesi aşkın bir halidir.

Taç çakra diğer görevleriyle birlikte ruh halini korumaya yarayan bir endokrin organı olan beyin epifizi ile ilişkilidir. Gerçekte çoğu kişi beyin epifizinin sözde Alın çakrasın da olduğuna inanmıştır. Dikkate değer biçimde, epifiz gerçekte ışığa çok duyarlıdır. Kış mevsimindeki gibi ışıktan mahrum kaldığında beyin epifizi sinir taşıyıcısı Seretonin’i tüketen melatonin hormonundan bol miktarda salgılar. Beyin, seretonini mutluluk, olumlu düşünceler gibi duyguları desteklemek ve yoğunlaşma yeteneğini geliştirmek için kullanır. Seretonin ayrıca derin ve dinlendirici uykunun kimyasal temelidir. Çakranın uyumsuz olduğu durumlarda kişi paranoyaya yakın ölüm korkusu yaşar. Ruhsallığı inkar etmeye ve kaçmaya eğilim gösterir, akıl ve mantıkla evrendeki her şeyi açıklamaya çalışır.

Taç çakra hepimizin geri döneceği hayat okyanusunu temsil eder. Nihai ve tanımı olmayan aşk ve saadet halidir. Taç çakra açıldığında başın üstünde karıncalanma, titreşim veya dolaşan enerjiler hissi oluşur. Taç çakra uyandığında çoğu zaman olağandışı deneyimler yaşanır. Başın üstüne inen bilinç-üstü bir ışık yaşanabilir, bunun yanı sıra derin bir vecd hali yaşanır.



Nesrin Dabağlar
Nefes Terapisti ve Eğitimcisi