Gökten Gelen Işıktan, Yeryüzündeki ve Yeraltındaki Işıklara Selam Olsun..

8 Aralık 2016 Perşembe

Taç Çakrayı Germe Yüksek Seviyeli İlhamlara Açma Çalışması

Taç Çakrayı Germe

Enerji doğal olarak başınızın üst tarafında birikir, ancak başınızın üzerindeki enerji istasyonunuz olan taç şakra-nız tarafından atılmazsa durgun bir hal alabilecektir. "Taç Şakrayı Germek" bu enerjiyi açığa çıkaracaktır. Bunu yapa­rak, zihninizdeki örümcek ağını temizler ve sinir sisteminizi sakinleştirirsiniz. Bu aynı zamanda baş ağrınızı ya da stres­ten kaynaklanan mide ağrınızı da alacaktır. Taç Şakra size şöyle faydalar sağlayacaktır:

• Zihinsel tıkanıklığı giderir

• Zihninizi tazeler

• Taç şakranızı yüksek seviyeli ilhamlara açar

Taç şakranız, kozmosun yüksek enerjilerine girişi sağla­yan bir kapı, her birimizi saran ve koruyan amniyon sıvımız-dır. Seneler boyunca bana aşırı aktif zihinlerinin aşkın bilgi kaynaklarına teslim olmalarına yardımcı olduğunu anlatan birçok kişiyle tanıştım. Taç şakrayı germek zihninizi berrak-laştırır, boş alan yaratarak enerjilerin kafatasınızın içinde ser­bestçe hareket etmesini sağlar. Ruhsallığmızı yöneten taç şak­ra alanına dikkat etmenize imkan verir.

Giderek çoğalan bir insan kitlesi bu ilhamı ve rehberliği almak için açlık hissetmekte ve doğayla ya da Tanrıyla veya resmin daha büyük kısmını ne şekilde kavrayabiliyorlarsa onunla daha çok bütünleştiklerini hissettiklerini söylemektedir.

Taç Şakrayı Germe egzersizini yaparken derin nefes alın; burnunuzdan alıp ağzınızdan verin (süre, yaklaşık 15 sn):

1. Başparmaklarınızı şakaklarınıza yerleştirin. Parmak­larınızı bükün ve parmak uçlarınızı kaşlarınızın ortasının he­men üstüne yerleştirin (Figür 7 A).

2. Yavaşça ve biraz bastırarak, parmaklarınızı ayırın, böy­lece kaşlarınızın hemen üstündeki deriyi germiş olacaksınız.

3. Parmak uçlarınızı alnınızın ortasında tutun ve germe işlemini tekrarlayın.

4. Parmak uçlarınızı saçınızın bitiminde tutun ve germe işlemini tekrarlayın.

5. Bu modele parmaklarınız bükülü haldeyken ve aşağı­daki bütün bölgelerde bastırmak suretiyle devam edin:

a. Parmaklarınızı başınızın üzerine koyun, küçük par­mağınız saç bitim çizginize gelsin. Biraz bastırarak aşağı doğ­ru ittirin ve ellerinizi birbirinden öteye doğru çekin, bunu, başınızı ayıracakmış gibi yapmalısınız (Figür 7 B).

b. Parmaklarınızı başınızın ortasına koyun, yine aşağı
doğru ittirin ve ellerinizi birbirinden öteye doğru çekin.

c. Parmaklarınız başınızın arkasındaki kavisli bölgede
olacak şekilde yine aynı germe işlemini uygulayın. Bu germe
işleminin her birini bir ya da daha çok kez tekrarlayın.



Taç Şakrayı Germe Egzersizine Test Uygulayın. Başını­zın üzerinde herhangi bir yere tek elinizle dokunun ve part­nerinize diğer eliniz vasıtasıyla enerji testi uygulatın. Muhte­melen, zihninizin karışık olduğu zamanlarda test zayıf sonuç verecektir. Böyle bir zamamnızda Taç Şakrayı Germe egzersi­zini yapın ve ardından yemden test edin.







Figür 7. Taç Şakrayı Germe

Alıntı
Donna Eden

24 Mayıs 2016 Salı

Frekansını Yükselt Şifalan



Frekansını Yükselt Şifalan.

Bir dalganın belli bir zaman birimi (genellikle saniye) içerisinde tekrarlanma sıklığına, yani bir saniye içindeki döngü sayısına “frekans” denir. “Hertz” birimiyle ölçülür. Herşey titreşmektedir. Bu nedenle herşeyin frekansı vardır. İnsan bedenindeki her hücrenin kendine göre bir doğal frekansı vardır. Aynı şekilde, her hastalığın, her bakterinin , her virüsün de doğal frekansı vardır. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur. Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme neden olabilir. Yalnız maddî/fiziksel şeylerin değil, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, ilişkilerin, filmlerin, kitapların, dokümanların, toplumsal konuların ve bireysel bilincimizin de frekansı vardır.
Amerikalı Bilim Adamı Dr. David Hawkins , ( 1927-2012) frekanslar , frekansların bilinç düzeylerinde etkisi , ilişkisi üzerine binlerce araştırma yapmış ve ortaya Hawkins bilinç haritası denen Tabloyu çıkarmıştır. Yaptığı deneylerde , yüksek frekanslı duygu ve düşüncelerin ; düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkili olduğunu . En yüksek frekansa ulaşmış bir bilincin düşük frekanslı 70 milyon bilinci dengelediğini klinik olarak kanıtlamış ve Power vs Force – An Anatomy ofConsciousness ( Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi ) Kitabında detaylı olarak anlatmış.
Bilinç Haritası

Yapılan araştırmalardan kritik seviyenin 200-cesaret olduğu, ölçümü 200 un altında çıkan duyguların düşüncelerin, durumların kişiyi ve çevresini zayıflattığı , yorduğunu, aşağıya çektiğini ortaya çıkartmış.
Bir başka ilginç bulguysa , yüksek bilinç frekanslarının şaşırtıcı sayıda düşük frekansı dengelediği yönünde . Bireylerden herhangi birinin bilinç frekansı yükseldiğinde , çok sayıda düşük frekanslı bilinci etkileyip dengeleme imkanı olması .
Tablo şöyle :
300 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 90.000 kişiyi,
400 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 400.000 kişiyi,
500 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 750.000kişiyi,
600 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 10 milyon kişiyi,
700 seviyesindeki bir kişi ise 200’ün altındaki 70 milyon kişiyi dengelediği görülmüş.

Pozitif ve herşeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji,750.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji,10 milyon insanin yaydıgı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Mevlanalığı yaşayan bir insanın yaydığı enerji,70 milyon insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Peygamber,budha seviyesinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji ise tüm insanlıgın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir…

Yapılan araştırmalar ve sonuç teyitleri yıllar sürmüş ve yüzbinlerce denek üzerinde çalışılmış.
Hawkins, insanlığın %85’inin 200’ün altında titreştiğini, son dönemde insanlığın ortalama farkındalık seviyesinin 204’e ulaştığını, yani negatif-pozitif sınırını aştığını, ancak insanın anlamlı bir şekilde tatmininin 250’nin altında gerçekleşemediğini yazmaktadır. Bireyler gibi, toplumların ve kültürlerin, ülkelerin, coğrafyaların da titreşim seviyeleri vardır. Bu titreşimler , o alanda yaşayan insanlar, bitkiler , toprak, hava, eşyalar,binalar vs tarafından oluşturulmaktadır. 200’ün altındaki enerji alanları, açlık, kıtlık ve hastalıkların çok yaşandığı, cahillik ve işsizliğin çok olduğu, ilkel şartlara sahip ortamlardır.

Tatmin edici bir yaşam 250 lerde başlamaktadır. 300’lerde teknolojik ve ekonomik olarak çok gelişmiş bir toplum mümkün olmakta, 400’lerde ise yüksek bir eğitim, bilgi, kültür ve sanat seviyesi yaşanacaktır.

500, başka bir büyük sıçramanın gerçekleştiği bir eşiktir. 500’lerin sonlarında toplum artık spiritüel bir toplum haline gelmektedir. 600, bütün topluma şefkat ve sevginin hâkim olduğu, bütün eylemleri sevginin yönlendirdiği bir seviyedir.
Şimdi tablonun 200 ün altında kalan ve 200 ün üstünde kalan kısımlarına tekrar göz atalım . Sonra dönüp içimize, düşüncelerimize, sözlerimize, dualarımıza bakalım . Biz acaba bu tablonun neresindeyiz. Yaşadığımız yeri, mahalleyi, kenti, ülkeyi, dünyayı iyileştirmek için bizim üzerimize düşen nedir ?

Kaynak : Power vs Force

Dr. David Hawkins

7 Nisan 2016 Perşembe

Kozmik Enerji Hakkında




Kozmik Enerji Şifası nasıl çalışır

Kozmik Enerji, “kanal” olarak adlandırılan kozmik bilgileri kullanarak kişinin fiziksel, duygusal ve spiritüel gelişiminin şifalanmasına dayanan eşsiz bir yöntemdir. Kanallar (frekanslar) tarih boyunca şifacılar tarafından geniş ölçüde kullanılmış, günümüz araştırmaları sayesinde ise bu bilgiyi edinmek isteyen herkes bu kadim bilgiye ulaşabilir hale gelmiştir.
Kozmik enerji yönteminin tarihini araştırdığımızda 1918’de Ekim Devrimi sonrasında Sovyetler Birliği’nin St.Petersburg kentinde açılan enstitüde Alexander Barchenko başkanlığında kadim bilgilerin araştırılması için kurulan bir laboratuvara ulaşırız. Barchenko Tibet, Hindistan, Afganistan ve dünyanın çeşitli köşelerine keşif gezileri düzenledi ve 1938’de bu enstitü kapatılana kadar 20 yıl boyunca en etkin spiritüel uygulamaları araştırdı. Araştırmalarda elde edilen tüm bilgilere el konuldu ve sonraki çalışmalar KGB’nin gizli laboratuvarlarında sürdürüldü. Bu çalışmalarda elde edilen bilgiler modern kozmik enerji yönteminin temelini oluşturdu. 1991’de SSCB’nin çöküşünün ardından KGB de ortadan kalktı. Kozmik Enerji ile ilgili bilgiler de eskiden SSCB’nin bir parçası olan Özbekistan’da yaşayan KGB yetkilileri tarafından dışarı sızdırıldı. Vladimir Petrov Kozmik Enerji yöntemini öğrenen ve öğreten ilk sivil vatandaş oldu.
Petrov’un araştırmalarına göre ilk kanallar bundan 400 yıl önce Hintli yogiler tarafından bir toplu meditasyon sırasında keşfedilmiştir. Diğer kanallar da zaman içinde benzer yolla ortaya çıkarılmıştır. Daha sonra 2001’de, Petrov’un Kozmik enerji kanallarını sekiz yıl boyunca uygulamasının ardından, Petrov’un öğrencilerinden Dr.Emil Bagirov modern bilim açısından açıklanamayan birçok faktöre rağmen kozmik enerji kanallarının insan bedeni üzerindeki onarıcı ve güçlendirici etkilerini ispatlamak üzere bilimsel araştırmalara başladı. 2009 yılının Mart ayında Dr.Bagirov Uluslararası Klasik Kozmik Enerji Federasyonu’nu kurdu ve daha sonra bu federasyon 2009’un Aralık ayından Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanındı. Laboratuvar ortamında yapılan araştırmalar ile klinik çalışmalar sonrasında Dr.Bagirov birçok bilimsel makale kaleme almanın yanı sıra kozmik enerji kanallarının kullanımına dair sekiz adet de patent aldı. Kozmik Enerji Metodu Rus Geleneksel Tıp Merkezi ve Rusya Profesyonel Şifacılar Birliği tarafından tanındı. Bu metodun etkileri yapılan çalışmalar ve hastaların sayısız geribildirimleri vasıtasıyla teyit edildi.
Kanallar ve insanlar arasındaki etkileşim prensibini anlamak için önce şu üç bileşenden söz edelim: fiziksel bileşen, enerji bileşeni ve bilgi bileşeni. Bunu anlamak için bir bilgisayarı ele alalım. Her bilgisayar işlemci ve araçları gibi fiziksel bir ekipmana sahiptir. Bilgisayarın çalışmasını sağlayan elektrik ise bilgisayarın enerji bileşenidir. Bütün bilgisayar süreçlerinin yönetimi fiziksel olarak var olmayan program paketleri ile yürütülür. Bir bilgisayar programının kütlesi yoktur; program herhangi bir aygıta yazıldığında veya aygıttan silindiğinde bu aygıtın kütlesinde bir değişiklik olmaz. Program paketleri de bilgisayarın bilgi bileşenleridir. Her bir bilgisayar programı bir tür bilgidir çünkü deyim yerindeyse bir program belli bir sürecin nasıl çalışacağını bilir. Evren de aynı bileşenlerden meydana gelmiştir. İlk olarak fiziksel bileşen yıldızlar, gezegenler ve nebulalardan oluşur. İkinci olarak, enerji bileşeni ışık, elektromanyetik enerji ve enerji alanlarıdır. Üçüncü olarak da bilgi bileşeni görülmez, soyut ve doğal bilgi bileşenidir ve bu bileşen evrendeki süreçlerin tamamını yönetir. NASA tarafından yapılan son araştırmalar evrenin %74’ünün karanlık enerjiden, %22’si karanlık maddeden, %3.6’sı galaksiler arası gazlardan ve yalnızca %0.4’ü yıldızlar, gezegenler ve diğer gök cisimlerinden oluştuğunu ileri sürer. Dolayısıyla evrenin %96’lık bir bölümü hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz bir bölüm. Dr.Bagirov’a göre, evrenin bu keşfedilmemiş kısmı kadim uygarlıklar tarafından “spiritüel dünya” olarak bilinmekteydi. Veda’larda evrenin 33milyon tanrı tarafından yönetildiği anlatılır ki bunlar bilim tarafından henüz keşfedilmemiş zeki güçlerdir. Evrenin bu bilinmeyen yanını her yerde mevcut olan ve çeşitli evrensel süreçleri yönetmekte olan program paketleri içeren internet ile karşılaştırabiliriz.
Son olarak, insanlar da üç bileşenden oluşur. Fiziksel bir bedenimiz vardır, enerji düzeyinde ise biyokimyasal enerjimiz yani auramız, eterik, astral ve mental bedenlerimiz, bilgi bileşeni olarak ise çakra adı verilen yalnızca düşünme sürecimizi değil tüm sinir sistemini de etkileyen hayati program paketlerimiz vardır. Çakralar, omurganın çeşitli bölgeleri ile baş bölgesi ile ilintili bilgi merkezleridir. Bu merkezler evrenin bilgi bileşeni ile sürekli bir etkileşim içindedir. Çakralar aynı zamanda kozmik enerji kanalları dediğimiz kanallarla da temasa geçebilir. Kozmik enerji kanalları soyut tabiata ait nesnelerdir ve uygulayıcı ile danışan arasındaki mesafeden bağımsız olarak insan bedeni üzerinde iyileştirici etkilere sahiplerdir. Bir şifa seansı sırasında kanallar ile insanlar arasındaki etkileşim kanallara inisiye olan uygulayıcılar rehberliğinde çalışır. Tıpkı internete girip bir sitenin adını yazarak o siteye girdiğimiz gibi Kozmik enerji terapisti de belirli kodlar vasıtasıyla kanallara bağlanır.

3 Mart 2016 Perşembe

Aynalık Nedir

AYNALIK NEDİR ?


Hikaye şu konuya değiniyor..hani bazen birileri ile yaşadığımız deneyimler olunca şöyle bir yorum alırız ya '' O sana aynalık yapıyor kızma..kırılma ....söylenme dön kendine bak ''
İşte bu yazı AYNALIK konusunu çok güzel deşifre etmiş 

Günün birinde bir derviş, hocasına “Hocam ‘ayna olmak’ diye bahsettiğiniz konuyu tam olarak idrak edebildiğimi düşünmüyorum. Bu konuda bana yardımcı olur musunuz?” der.
Hocası dervişi dinler ve ertesi sabah onunla göl kenarında buluşmasını ister. Derviş gün ağarmadan yola çıkar. Bu kadar erken bir saatte hocasının ne anlatacağını merak etmektedir.
Gölün kenarında konuşurlar:
- Evlat, senin iki gözbebeğinden birinde bir leke var. Hangisi olduğunu biliyor musun?
- Hocam çok ufak yaştan beri yanınızdayım. Tekkemizde benim bildiğim hiçbir yerde ayna yok. Uzun zamandır kendi gözbebeklerime bakma şansım olmadı.
- Önce gözlerini kapat ve hangi gözbebeğinde leke olduğunu bana söyle. Ama sakın yanlış söyleme. Eğer bilemiyorsan bilmiyorum de.

GÖRMEK İSTEMEYENDEN DAHA KÖR KİMSE YOK

Hoca cebinden çıkardığı bir ayna parçasını dervişin suratına tutar. Derviş gözleri kapalı halde hissetmeye çalışır ama nafile...
- Bilemiyorum.

- Birinci ders:
Bu dünyada görmek istemeyenden daha kör kimse yoktur. Eğer biri görmek istemiyorsa, gözlerini hakikate sıkıca kapatmışsa ona ayna tutman imkânsızdır.
Hoca yavaşça dervişin başını eğer ve bir çamur birikintisine bakmasını ister. Derviş ne kadar dikkatli baksa da gözbebeklerini göremez.

-İkinci ders:
Kendini temizlememiş kimse sana berrak bir ayna olamayacaktır. Etrafında seçtiğin insanların samimi birer gönül yolcusu olduklarından emin ol.
Derviş, hocasının dediklerini dikkatle dinlemektedir. Hoca gölden bir kap temiz su alır ve dervişin önüne koyar. Derviş tam eğilip gözbebeklerine bakacakken hoca hırkasını çıkarıp dervişin başını örter. Derviş:
- Hocam bütün güneşi kapattınız. Karanlıkta hiçbir şey göremiyorum.

- Üçüncü ders:
Zihnin karanlığı kalbin aydınlığına gölge düşürdüğünde ayna işlevini yitirir. Birine ayna tutmak istiyorsan kalbini sevgiye açtığından emin olmalısın.
Hoca hırkayı kaldırdığında derviş kendi gözlerini görebilmeye başlar. Bir süre baksa da gözbebeklerinden birindeki lekeyi göremez.
- Hocam, ben hâlâ lekeyi göremiyorum.
- Sevgili evlat, aslında gözbebeklerinden birinde leke yok. İnsan zihinle baktığında kusur, gönülle baktığında aşk görür. Kendimizle ilgili takıldığımız kusurların çoğu sahte aynaların bize gösterdiği yanılsamalardır. Bir ustanın çırağa karşı en büyük görevi çırağın kalbinde yatan bir usta olduğunu ona anımsatmaktır. Her insanın kalbinde hakikat gizlenmiştir. Bizim görevimiz o hakikate ayna olmaktan başka bir şey değildir.
Anonim.

27 Ocak 2016 Çarşamba

Sevgi & Saygı


Sevgi, saygı ikilemi tuzaklar 

İnsanın sevgi halleri: 
Sevgi salt kavram olarak değerlendirildiğinde çeşitli duyguları da içinde barındırır ki bu duygular insanın ruhi hareketlilik hallerine göre yaşama tezahür eder. Zaman zaman fiziksel bir eylem sonucunda, ya da eylem öncesi yaşam tecrübelerinin bize hatırlattıklarıyla beraber fiili bir anlam kazanırlar ve bulunduğumuz realitede kavramsal bir sıfat oluştururlar. İnsan olmanın var oluşunun getirdikleri; sevinç, hüzün, acı, saadet gibi çeşitli duygular olmakla beraber yaşamda vuku bulan haller bazen sancılı, bazense huzurlu olur ve özde mutlak bir çıkış noktası barındırır.
Bu durum İnsanın yaradılışından ötürü bulunduğu hallerde sıfatına göre değişkenlik gösterir. Değişken bir yoğunluk periyodu olması, içinde analog bir yapıyı barındırmaması anlamına gelmez. Nasıl ki bir şarkının nota ve makamı var ise, insanında sürekli akış halinde olan kendine özgü nota ve makamı vardır. İlk çıkış noktası hep öz olmakla beraber tetikleyen etkenlerin arasında sosyal yapı büyük bir rol oynamaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere sevginin özde mutlak bir çıkış noktası vardır, vuku bulduğu ve bunun sonucunda değer kazandığı alan madde plandır. Fakat bu etkileşimin dışa dönük makro tesir bıraktığı hususu üzerinde karar vermek bizi yanıltabilir. Sonucunu gördüğümüz her eylem öze bilinçli bir rapor vermektedir. Öz ancak bu şekilde kendini besleyebilir. Ayrıca kolektif bir bilinç kazandıkça bulunduğumuz karma realitenin yapısını etkilemektedir. Kısacası insan eylemi sonucunda tesir ettiği canlı, cansız her varlığa bir anlam kazandırır.

Bireysel gelişim: 
Dünya düzeninin karmatik yapısından kaynaklanan sebeplerden sevgi zaman zaman art niyetli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanoğlunun korkuları yaşamlarımızda çeşitli periyotlar barındıran egolar atfettirmektedir. Bunların başlıca kaynağı bireyin kendisidir. Birey sosyal yapının ve içinde barındırdığı çeşitli jenerasyonun modelini kendisine ilke edinmek zorunluluğunu hisseder. Genel olarak çekirdek ailede öz sevgiyle başlayan, bağlamında da anne baba ve/veya kardeşi model alan ilişkilerde aile ortamından aldığı çeşitli ilkelerle yol haritasını çizmeye başlar. Bu ilkeler yapı itibarı ile ahlaksal, dinsel, hukuksal diyebileceğimiz çeşitli ana yollara sahiptirler. Böylelikle çıkarları doğrultusunda kendisine baskın bir veya birkaç ana yol seçmek zorundadır. Neye göre dersek; zeka, eğitim, sosyal çevre, cesaret gibi içsel ve dışsal faktörler demek kafidir. Bireyin yaşam içindeki tedirgin bir karaktere ilk ivmeyi kazandıracak durum, kendi gelişimine uygun bir rol kaygısı olma korkusu, varlığını sürdürememe korkusu gibi tedirgin edici sebepler ego yaratarak yaşamda kanser etkisi gösterebilir. Bu da bireyi başarısızlıktan başarısızlığa alır götürür.

Zincirleme etkileşim:
Toplumlar; doğal kaynakları, eğitim düzeyi, ilkeleri, coğrafyası, sanayisi, tarım ve hayvancılığı, jeolojik/jeopolitik durumu ve ülke sınırları ile refah düzeylerinin çıtasını yükseltme çabası içindedirler. Paralel olarak aynı korku bir ülkenin toplum psikolojisini ve yönetimini de etkilemektedir. Bu korkuların başlıca sebebi doğal kaynaklara sahip olma ve ülke sınırlarının korunması adına doğayı hunharca yok etme gelmekle beraber doğanın bir gün tüm insanlığı silkeleyeceği hep unutulmaktadır. İlk bakışta sebep bu şekilde görünse de makalenin bir sonraki bölümünde örtüyü bir miktar daha aralamaya çalışacağım. Gizli rejim sistemlerinin yaşama etkisi: Toplumlar bir çok sistemin pençesi altında akid taraflar olarak cebelleşmektedir. Bazı aç gözlü toplumlar sözde jeopolitik sebeplerden dolayı zayıf ve refah düzeyleri düşük toplumları bir takım sistemlerin arkasına gizlenmiş rejim sistemleriyle sindirmeye çalışmaktadırlar. Tarihin çok eski dönemlerinden gelen aristokrat aileler kara aristokrasi anlayışıyla yerküremizin stratejik coğrafyalarında kendilerine mesken edinmişlerdir. Diğer adıyla burjuva sınıflar olarak tanınan bu aileler dünya kaynaklarını bencilce tüketmektedirler. Kaynak tüketimi başta askeri olmak üzere, tıp, iletişim, bilişim, ulaşım gibi alanlarda üretim sağlamaktadır. Bankalar ve kendi yarattıkları borsa sistemleriyle de çok yüksek oranda kazançlar sağlamaktadırlar. Bağlamında, bugün hızla artan dünya nüfusu ve hızla tüketilen kaynakların yetersizliği insanlara insan gibi yaşamayı unutturmaktadır. Tablo istikrar açısından her ne kadar faydalı bir süreç olarak görünse de tüketilen kaynaklara doğru orantılı olarak toplumunda tüketme isteği olması gerekmektedir. Emperyalist düzenin kurucuları burjuva sınıfı bu işi suni sıcak savaşları da üreterek ilaç ve askeri alanda tüketim zincirini sağlamaktadırlar. İletişim alanında medya da aynı burjuva sınıfının bir portresi olduğu için insanları gerek tüketimde gerekse bilinçaltını yönetme adına yaptıkları dizi, program ve filmlerle kaotik bir toplum yaratma peşindedirler, başarmışlardır. Bu da aileye aile içi şiddet, geçimsizlik, huzursuzluk gibi olumsuz koşulları sağlamakta ayrıca ailenin dağılmasına yol açabilmesi gibi olumsuz etkenleri de yanında getirmektedir. Boşanma oranları dünya genelinde hızla artmakta, hoş olmayan bir tablo açığa çıkmaktadır. Dini ölçeklerde ve ruhsal planları da göz önünde bulundurdukları bu süreç insanların yaradılış gayesini anlama adına çıktıkları tefekkür yolundan uzaklaştırmaktadır. Toplumlar dini kalıpların bozulmaması adına korkularından ötürü yaratanı anlamaktan ve deneyimlemekten çok şekilci, ezberci ve şeraitçi (koşulcu) düzeni kendilerine ilke edinip körelmeye başlamaktadır. Empoze çirkin yüzüyle diğer kuşaklarda da kendini tekrar ettirmekte, insanlar kaygılarından ötürü dini bir araç olarak değil, amaç olarak yaşamlarına katmaktadırlar. İnsanları düşünme tembeli yapan bu durum, her dini toplumda çeşitli tarikatların ve misyoner rejimlerin doğmasına yol açmaktadır. Böylelikle dini alanlarda da toplumsal parçalanmalar gerçekleşerek insanın kendini keşfetmesi engellenmektedir.

Sevginin sindirilmesi: 
Mutsuz olan, yaşam amacını unutmuş ve kendini bilmeyen bir toplum yaratıldığında bu topluma suni mutluluk satmak çok kolaydır. Çünkü topluluk sunidir. Sahne kuklacınındır. İpler kuklacının elindedir. Oyunun başlangıç ve bitiş zamanını kuklacı belirler ve replikler kuklacıya aittir. İzleyicide toplumun kendisidir ve ödeme kuklacıya yapılır. Çünkü birey artık sistemin bir parçasıdır. Giydiği pantolon, koluna taktığı saat, gözlüğü, cep telefonunun markası, arabasının markası bireyin kalitesiyle özdeştir. Böylelikle özden gelen sevgi kanalları tıkanmaya başlamakta yerine kaygı, korku, hırs gibi egolar sevgi üzerinde baskın çıkmaktadır. Yaşam tecrübeleri öze geriye dönük olumlu rapor veremez. Çünkü yaşanılan hayat çok hızlı bir koşuşturmaca içinde sıfırdan başlar, sıfırla biter. Koşulsuz olan sevgi koşullulaşır. Her şeyden karşılık beklenmekte ve sevgi anlamını yitirmektedir.
Böylelikle ‘’Çünkü’’ ve ‘’Eğer’’ türü sevgiler ön plana çıkmaktadır.
-Seni seviyorum, çünkü araban var.
-Seni severim, eğer bana araba alırsan.. gibi örnekler verilebilir.
Diğer bir bakış açısı ile sistemin kucağındaki kelimelerden biri sevgidir. Fakat bilinen sevgiyle pek yakınlığı yoktur. Bu tür sevgi yaklaşımları toplumu sömürme ve beyin yıkama adına yapılan bazı organizasyon yöntemleridir. Sistemden kaçmak için arayış içine giren insanlık yine kendini aynı sistemin farklı bir kolunun içinde bulur. Sevgi, ışık, aydınlanma gibi kamuflajlı sözlerin peşinden sürüklenip gider.

Saygının önemi: 
Doğru şartlar altında bir toplumda toplumsal farklılaşma ve farkındalık gerçekleşebiliyorsa, toplumsal gelişim ve toplumsal ilişki de sağlanabilmektedir. Fakat bu etkenlerin bir düzen içinde gerçekleşebilmesi için bireysel gelişimin kalitesi ön plana çıkmaktadır. Kaliteyi belirleyen statü şüphesiz saygıdır. Saygı çekirdek aileden bireye empoze ettirilmelidir ki karşılıklı etkileşim sağlanabilsin. Empoze demek zorundayım çünkü empoze kelimesi yaşamımızda kalıp olarak algılayabileceğimiz hiçbir kavramın üzerinde bu kadar güzel duramaz. Örneğin; Saygı olursa karşılıklı anlayış olur, doğa korunur, hayvanlar korunur, özveri olur, sevgi özde daha iyi şekillenir, medeniyet ve çağdaşlık olur, dürüstlük olur. Saygı olursa sömürgecilik, hırsızlık, sahtekarlık, dolandırıcılık olmaz…gibi örnekler verilebilir. Görüldüğü üzere saygıyı yaşamımızda en ön plana koyduğumuz zaman bir tampon vazifesi görmektedir. Her birey saygı kalıbını kendi yaşamına aktarma becerisine sahip olabilirse, hayatımızı bizden alan, ‘Tavşana kaç, tazıya tut’ diyen suni sistemleri hırpalayabilecek yegane kalıp olacaktır. Saygı içinde sevgiye de barındırır ki bu çok önemli bir husustur. Yaşanabilir bir dünya için saygı ve sevgi sizlerle olsun.

Yazan : Hakan Özcan